Haydar’ın Gülizar’ı teselli etme çabası sonuç vermemişti. Eşkıyalar etrafı gözlemek ve askerlere karşı hazırlıklı olmak için gözcü sayısını arttırdılar.Eşkıyalardan Murat:
“En yakın köye gidip etrafa kolaçan edip geleceğim,” dedi.
Köye gitmek için yola çıktı. Köyün yakınına geldiğinde tepelik bir yerden köye bakmaya başladı. Yarım saat kadar köyü seyrettiği sırada askerlerin köyün içinde gezindiğini gördü. Hiç vakit kaybetmeden, atının üzerine atlayıp, telaşla mağaraya geri geldi. Mağaradan içeri girdiğin de gür ve tok bir ses tonuyla;
“Jandarmalar köyde, her an buraya gelebilirler.”
Haydar;
“Hemen toparlanıp buradan çıkalım. Ormanın daha içlerine doğru gitmemiz lazım.”
Uzaklardaki kara dağların üzerinde sisli koyu gri yağmur bulutları görünüyordu. Bulutlardan çok sık aralıklarla şimşekler çakıyor gök gürültüsü bütün ormanda duyuluyordu. Rüzgârın hızını arttırmasıyla bulutlar çok geçmeden her yanı sarmaya başladı. Yağmur damlaları tek tük düşmeye başlamıştı. Her an yağmur bastıracakmış gibi görünüyordu.Haydar;
“Bu yağmurda yola çıkmak akıl karı değil ama başka çaremiz yok, burada duramayız bir an önce buradan uzaklaşalım jandarma çok yakın, baskın yiyebiliriz.Haydar, ”Arkadaşlar hadi biraz daha elimizi çabuk tutalım.”
İçlerinden Yusuf homurdanarak, “Acele ediyoruz.” diye cevap verdi.
Dışarı çıktıklarında Haydar, Gülizar’a, “Benim atım şurada sen onu yanına git bende geliyorum,” dedi.
Haydar, bir iki kelime arkadaşlarıyla konuşurken Gülizar bu kargaşadan yararlanarak bir fırsatını bulup belki kaçabilirim diye düşünmeye başladı. Yanında bir başka eşkıyanın üzeri boş eyerlenmiş atı durmaktaydı. Başı öne eğikti ve dikkat çekmemeye çalışıyordu. Atın yanına gitti kimsenin kendisine bakmadığını fark edince atın yularını ağaçtan çözüp ayağını üzengiye koydu. Atın üstüne binmeyi başarmıştı. Son sürat atı koşturmaya başladı. Ağaçların arasından güneş parlak yüzünü arada bir gösteriyordu. Gülizar olanca gücüyle atı sürüyordu. Orada bulunanlar pek oralı olmadı. Haydar peşinden gitsin der gibilerdi.
Haydar kaçan Gülizar’ın peşinden atına bindi. Mağaradan on dakika uzaklaşmadan onun atını durdurmayı başarmıştı. Gülizar’ın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gerisin geri mağaranın bulunduğu yere geldiler. Uzaklarda çakan şimşeklerin, öfkeli bir hali varmış gibi görünüyordu. Mağaranın önünü çalı çırpılarla kapatıp daha uzakta olan başka bir mağaraya doğru toparlanıp yola çıktılar. Havadaki koyu renk bulutlar rüzgârın da etkisiyle bir süre sonra tüm gökyüzünü kaplamıştı. Uzaklardan gelen gök gürültüsü şimşek sesleri gittikçe yakından gelmeye başladı. Rüzgâr hızlanmış yağmur çiselemeye devam ediyordu. Çok geçmeden bardaktan boşanırcasına yağmur şiddetini arttırdı. Hepsi çok ıslanmıştı, atların üstünde tir tir titriyorlardı. Gülizar’la Haydar atın üstünde yağmurdan korunmak için birbirlerine iyice sokulmuşlardı. Eşkıyalar kendilerini bu duruma düşürenlere küfrederek ilerliyorlardı. Yarım saat sonra yağmur durmuş onlar yavaş yavaş ilerlemeye devam ettiler.
Köyün gençlerinden birçoğu dağda çobanlık yaptıkları için çevrelerini çok iyi tanıyorlardı fakat ilerledikçe tanıdıkları bölgeden uzaklaşmışlardı. Aralarından bazıları ise bu bölgeyi diğerlerine göre daha iyi biliyordu. Gürül gürül akan derenin kenarına geldiler. Tahta köprüden geçmeden önce atlar suyun sesinden ürkerler diye atların üzerinden aşağı indiler. Hayvanların yularını sıkıca tutarak, Karşıya geçtiler ağaçların arasında dağın eteğine doğru ilerlediler. Dağların arasında suyunun rengi yemyeşil olan, çevresi çam ağaçları ile çevrili gölün yanından ğeçerken, “Burası sanki masal ülkesi gibi görünüyor,” diye düşünmekten kendilerini alamadılar. Bu kadar yükseklikte böylesine güzel bir gölü görmek morallerinin düzelmesine neden olmuştu. Gölün etrafında atlarını sürerek geniş bir düzlüğe çıktılar Düzlüğün bütün çevresi ağaçlarla kaplıydı. Yağmur durmuş etrafı kuş sesleri sarmıştı. Düzlük yerde biraz daha yürüyünce karşılarına çok yüksek olmayan bir dağ çıktı. Dağın orta yerinden aşağıya doğru akan küçük bir şelale bulunmaktaydı. Hızla akan suyun sesi etrafı sarıyordu. Öğle saati olmuştu Dağın eteğine gelince bölgeyi iyi bilen Yusuf, “Tamam arkadaşlar geldik,” dedi.
İçlerinden birisi çevresine göz gezdirdi; “Burada mağara görünmüyor.”Eliyle dağın orta yerini göstererek, “Mağara yukarda şimdi tırmanacağız,” diye söyledi.
Atlarını çevredeki ağaçlara bağladılar, Dağa doğru tırmanırken, taşlar daha iyi tırmanılsın diye düzleştirilmiş gibiydi. Bu çevrede dolaşan çobanların burayı kullanmış olabileceğini düşündüler. Çok dik ve tehlikeli bir tırmanıştı. Biraz dikkatsizlik yapsalar akan suyun içine düşecek kadar dik bir çıkış yapmaktaydılar. Dağın orta yerine gelenler bir taşın arasından gözden kayboluyordu. Mağaranın ağzına gelmiş olmalıydılar. Biraz ilerleyince Haydar ve Gülizar da mağaranın içine girdiklerinde gözlerine inanamadılar. Bütün mağaranın en fazla yirmi metre kadar olacağını düşünüyorlardı. Eline meşale alıp gidenler on dakika kadar sonra geri döndüler, mağaranın hala devam ettiğini, yarı yoldan geri döndüklerini daha fazla gitmeye cesaret edemediklerini söylediler. Gülizar elindeki eşyaları rengârenk sarkıt ve dikitlerin olduğu bir köşeye bıraktı. Bir süre renk renk kireç taşlarını seyretti.
Düşündüklerinden çok daha büyük bir mağaraydı. Oda şeklinde olan bir oyuğun içine eşyalarını koydular. Etraftan çalı çırpıları, çam ağaçlarının üstündeki kurumuş dalları çam kozalaklarını topladılar. Yerdeki dallar daha ıslak olduğu için ateş yakması zor olacaktı. Dallardan birisini bıçakla yontarak küçük parçalar haline getirdikten sonra onları odunların altına koyarak tutuşturdular. Ateşten kıvılcımlar çıkıyor, sıcaklık mağaranın içine dağılıyordu. Isınınca neşeleri yerine geldi, bazısı şarkı söylüyordu. Ateşe sık aralıklarla attıkları odun parçaları gür bir şekilde yanmaya başladı. Üzerlerindeki hırkaları çıkarıp ateşin yanındaki yükseltilere astılar üstlerindeki daha ince olan gömlekleri ateşe yaklaşarak kurutmaya çalışıyorlardı. Gülizar de fazlalıkları çıkarmış o da kurutuyordu, ama hala içindeki titreme bir türlü geçmiyordu çok üşümüştü. Gittikçe ateşi yükseliyordu. Bir kenarda duran küçük bir kilim parçasını alarak daha içerilerde mağaranın oyuk olan bir yerine uyumak için gitti. Haydar da bir süre sonra onun yanına uğradı.
Haydar;
“Nasılsın kendini iyi hissediyor musun?” diye sordu.
Gülizar;
“Biraz üşüyorum.” dedi.
Haydar;
“Benim hırkam kurumuştur onu alıp getiririm şimdi.”
Ateşin yanındaki hırkasını alarak Gülizar’ın üzerini örttü. Yorgunluktan çok geçmeden uykuya dalmıştı. Haydar sevdiğini bir süre seyrettikten sonra diğerlerinin yanına döndü. Ateşin etrafındakiler hem sohbete devam ediyor hem de ısınıyorlardı. Kuruttukları elbiselerini giydiler, bellerinde bıçakları, kendilerine en yakın olan duvara tüfekleri astılar. Yerlere kilimleri serdikten sonra üzerine uzandılar. Bir süre sonra ateş sönmeye başladı. Mağaranın içi öylesine karanlık görünüyordu ki, kısa bir süre sonra kalın bir yatağın üzerinde uyuyormuş gibi, derin bir uykuya daldılar. Bazılarından kısık horlama sesi duyuluyordu.
Ertesi sabah Gülizar ateşler içinde yanmaya başladı, çok kötü üşütmüştü. Yüksek ateş sebebiyle titriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bizim Köyün Toprakları (Tamamlandı)
Historical FictionBu kitabın bir bölümü gerçek, bir bölümü kurgu olarak yazılmıştır. Yüzbaşı, "Daha sonra içerim, seninle konuşmak istediğim bir şeyler var" dedi. Zühre heyecanlanmıştı, kalbi hızla atmaya başladı fakat bunu belli etmek istemiyordu. Üzerindeki elbisey...