9. BÖLÜM

15 2 1
                                    

Merhaba, biraz uzun bir aradan sonra yeni bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. Bu bölümde geçmişe gideceğiz, yorum ve beğenilerinizi bekliyorum...

Yukarıdaki şarkı çok güzel, bence dinleyin...

Bölüm 9

"1... 2... 3..."

(Yazarın Anlatımıyla)

2011, 11 KASIM, İstanbul...

"1... 2... 3... Hepsi geçecek. 4... 5... 6... Bunların hepsi bir kabus... 7... 8... 9... Bunlar yaşanmıyor... 10... 11... 12..."

Küçük Arem odasının penceresinden gelen kırmızı mavi ışıklar yüzünden gözlerini kapatmış, duyduğu siren seslerinden dolayı elleriyle kulaklarını kapatıyordu. Sayı sayıyordu... Gözlerini açtığında hepsi geçmiş olacaktı. Bunlar bir kabustu ve kabuslar gerçek değildi. En azından o öyle umuyordu....

Gözlerini açtı ve ellerini indirdi. Odasının camından dışarıya baktığında her şeyin gerçek olduğunu, kabus olmadığını gördü.

Ambulans evlerinin kapısının önündeydi. Arem yavaşça yatağından doğruldu ve minik ayaklarıyla hızlı hızlı odasından çıktı. Salona girdiğinde gözlerinin dolduğunu hissetti. Annesi bir şeyin içine koyuluyordu. Poşet gibi ama değildi. Daha önce görmüştü bu şeyi. Babası trafik kazası geçirdikten sonra aynı şeyin içine koyulmuştu. Şimdi annesi de girmişti o şeyin içine. Ve üstüne fermuar çekilmişti.

Arem o an annesini düşündü. Orası daracıktı. Annesi orda nefes alamazdı ki... Hem çok karanlıktır, diye düşündü. Annem karanlıktan korkar, diye geçirdi içinden.

Annesi götürülürken Arem, gözlerinden yaşların aktığını hissetti.

"Anne..." dedi fısıltıyla.

O görüntü çıkmıyordu aklından. Kafasından, zihninden, aklından çıkmıyordu...

Sanki o olayı tekrar tekrar yaşıyordu.

Annesi, gözlerinin önünde intihar etmişti. Arem annesinin tavandaki demire asılı ipin boynuna geçirilerek asıldığı yerden sallandığı o görüntüyü, sandalyenin devrilmiş, annesinin gözlerinin kapanmış olduğu o görüntüyü unutmayacaktı.

Babasını da kaybetmişti Arem birkaç hafta önce. Trafik kazasına kurban gitmişti. Annesi çok üzgündü. Yemek yemiyordu, uyumuyordu, konuşmuyordu...

Arem, annesinin bu haline çok üzülüyordu. Annesi gün geçtikçe kötü oluyordu ama engel olamıyordu buna.

"Anne," demişti bir kez, "Babam melek oldu, neden ağlıyorsun?" annesi burukça gülümsedi.

"Baban erken melek oldu canım," demişti annesi.

Oysa annesi de mi melek olmuştu şimdi? Ama annesi de gençti.

Arem evinden dışarı çıktı annesini götürenlerin ardından. Evden çıktığı an ağlayan anneannesini gördü. Anneannesi onu gördüğünde koşarak yanına yaklaştı ve ona sarıldı.

Anneannesi ağlarken Arem de sarıldı ona. İkisi de ağlıyordu. Sımsıkı sarılıyorlardı birbirlerine. Arem, anneannesine sarılmış şekilde gözlerinin önünden annesinin konulduğu poşetin ambulansa koyulduğunu seyretti. "Anneanne," dedi, "annem melek mi oldu?"

Anneannesi geri çekildi ve yaşlı gözleriyle torununun kahverengi gözlerine baktı. Yağmur yağıyordu. İkisi de sırılsıklam olmuştu.

"Evet," dedi titrek sesiyle, melek oldu yavrum."

Arem gözyaşlarını sildi. "Babamın yanına mı gitti?" dedi Arem bu sefer. Anneannesi "Evet," dedi.

O an Arem melek olmanın o kadar da güzel olmadığını anladı. Melek olmak bırakıp gitmek, bir daha görmemek, geri gelmemek demekti. En azından erken melek olmamalıydı insan.

***

2011, 11 KASIM, İzmir...

"Anne, babam neden gelmedi hala?"

"Bilmiyorum."

Ela, annesinin yanında dolanıp duruyor ve annesinin elindeki telefonu kulağına getirerek söylenmesini dinliyordu.

"Neden açmıyor şu telefonu anlamıyorum!" Annesi tekrar numarayı çevirdi ve telefonu kulağına dayadı. Bu kaçıncı denemsiydi, Ela artık sayamıyordu.

"Neden gelmedi?" dedi bu kez Ela kocaman gözleriyle annesine bakarken. Annesi çömeldi ve Ela ila aynı hizaya geldi.

"Şimdi gelir canım," dedi, "Hadi sen oyuncaklarınla oyna." Oysa Ela oyuncaklarıyla oynamak istemiyordu. İçinde kötü bir his vardı. Sanki babası gelemeyecek gibi hissetmişti.

Ela kırmızı koltuğa çıktı ve cenin pozisyonuna geldi. Gözlerini kapattı ve içinden saymaya başladı.

" 1... 2... 3... Babam gelecek... 4... 5... 6... Ona hiçbir şey olmayacak... 7... 8... 9... O iyi... 10... 11... 12..."

Bir saat geçti ama babası gelmedi, iki saat geçti ama babası yine gelmedi. Saat ilerliyordu. Ela'nın uykusu gelmişti. Annesi ise bitik haldeydi. Yan yana oturmuş öylece sessizce duruyorlardı. Dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmuru çok severdi Ela. Ne zaman yağmur yağsa bir ' oh' çekerdi. Tüm kötülüklerin akıp gideceğine inanırdı.

O sırada çalan telefon sesiyle annesi anında ayağa fırladı ve telefonu eline aldı.

Ela ise heyecanla annesini izliyordu.

"Alo?" dedi annesi heyecan ve telaşla.

"Evet, evet benim..." Annesinin heyecan dolu yüz ifadesi yerini korku ve endişeye bırakmıştı..

"Ne?" Annesinin donuk, ifadesiz, bembeyaz olmuş yüzüne ve titreyen sesine baktığında bir şey olduğunu anlamıştı Ela.

Ela hızla ayağa kalkıp koşa koşa annesinin yanına gitti. Annesi ise telefonu kapattı ve donuk bakışlarla, bembeyaz olmuş yüzüyle ona döndü.

"Anne, ne oldu?" diye sordu minik Ela.

"Ba- baban... " dedi annesi konuşmaya çalışarak. Ama boğazı düğümlenmişti, konuşamıyordu.

"Neredeymiş babam? Geliyor muymuş?" diye sordu Ela heyecan ve umutla.

"Melek olmuş."

Ve sonrası kaostu...

Babaannesinin, dedesinin, annesinin feryatları vardı. Ambulansların ışığı, siren sesleri... Ağlamalar, çığlıklar, koşuşturmalar.

Küçük Ela bir şey anlamamıştı. Melek olmak güzel bir şey değil miydi? Oysa babası onu hep "Meleğim," diye severdi...

O zaman neden ağlıyorlardı?

Belki de melek olmak güzel bir şey değildi? Belki de melek olmak hayattayken iyiydi...

Bir bölüm daha bitti, umarım beğenmişsinizdir...


GECENİN GÖKKUŞAĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin