"Ne oldu?" dedi Selma teyze. "Oğlum ne oldu söylesenize?" dedi ses gelmeyince. Silahı yere atıp yeniden bağırmaya devam ediyordu Onur.
"Fırat. " dedi Cengiz ve devamını getiremedi. İsmini duyduğum an kanım dondu ve nefes almayı bile unuttum.
"Esir düştü. "
"Ne?!" diye acı dolu çığlık atan Selma teyzeydi. Ben bile bir an ne hissedeceğimi ne diyeceğimi bilemeden sadece şok içinde baktım. Daha saatler önce arkadaş olduğum, şakalarıyla bizi güldüren, sevdiği kıza kavuşacağı için sevinen Fırat... Tanrım... Kendimi onun yerine koyarak yıkılan hayallerinin acısını mı çekeyim, yoksa sadece esir düştüğü için mi üzüleyim?
"Benim hatam! Benim hatam! Kahretsin hepsi benim hatam!" diyen Onurdu ve yerinde duramıyordu.
"Ağabey..." dedi Cengiz ama devamını getiremeyerek tekrar kafasını ellerinin arasına alarak yere çöktü.
"Nasıl oldu?" diyerek ağlamaya devam eden Selma teyzeydi.
"Yaralandı. " dedi Cengiz yutkunarak. "Bayılmak üzereydi, kalkamadı. Ona en yakın bendim, benim ne olursa olsun gidip onu almam lâzımdı. Geciktim. " dedi ve gözyaşlarını saklayamadı. "Benden önce o itler aldılar." dedi ve etrafa kısa bir sessizlik çöktü. "Benim suçum! Benim!"diyerek kendini tutamadı Cengiz ve ağlamaya başladı. Ben dahil herkes ağlamaya başlamıştı... Bu nasıl bir acıydı böyle... Her acı tarifsizdir ama bu...o kadar kötü ki.
"Kendini suçlama Cengiz. Eğer gitseydin bu sefer sen vurulacaktın. Onu oradan almak için hepimiz geciktik." diyen adını bilmediğim bir askerdi.
"O itleri gebertmeyi sonraya bırakıp Fıratı kurtarmalıydık!" diye bağırdı Onur. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Onur! Dışarı çık ve hava al!" dedi onun bu halina karşılık Hikmet komutan. Onur sinirle herkese bir kez daha bakarak silahını yerden aldı ve kapıyı çarparak dışarı çıktı. Onun ardından gitmek isteyen kendimi engellemek için içimde bir hayli savaş verdim. Ama onu yalnız bırakmak istemiyordum. Bunun bana yaptığı iyiliklerle hiçbir ilgisi yoktu sadece kalbim öyle istiyordu. İçim hiç rahat değildi. Bir taraftan ise yalnız kalıp belki de kendini gelmeliydi diye düşünüyordum. Ve ben ne yapacağımı bilemeyerek yavaş adımlarla Cengize doğru ilerlemeye başladım. Hala elleriyle kafasını tutmuş yerde oturuyordu. Onu bu kadar çaresiz ve kötü görmemiştim...
Yanına yaklaştım ama öylece kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne söylenirdi ki zaten? Ne diyebilirdim? Kendim bile neler olduğunu idrak etmemek isterken, bu garip acıyı duymayı reddetmek isterken ona ne diyebilirdim?
"Gece." diye bana ne zaman yaklaştığını bilmediğim adam Hikmet komutandı. Onunla Işık'ın ölümünden sonra hiç yüzyüze gelmemiş, konuşmamıştık.
"Yanına git. " dedi Onur'u kastederek. Ben ise ne diyeceğimi bilemeden bir kaç saniye sadece yüzüne baktım. Sonraysa kafamı sallayarak hemen dışarı çıktım. Sanki bu cümleyi bekliyormuş gibiydi içim. Ayaklarım neredeyse koşarak ilerliyordu.
Dışarı çıktığım an bedenime işleyen soğuğa aldırmadan yürümeye başladım ve gözlerim Onur'u aradı. Sanki beni duyabilecekmiş gibi kısık sesle "Onur" diye mırıldandım.
Evin etrafına iyice baktıktan sonra uzaklaştığını anladım ve o an gerçekten çok korktum. Ya tek başına gittiyse? Tanrım...
"Hayır, lütfen gitmemiş ol." diyerek ileride ormanlık alana doğru koşmaya başladım. Neden gidiyorum diye sorsanız, bilmiyorum. Eğer gitmişse neden arkasından bu kadar heyecan ve endişeyle koşuyorum bilmiyorum. Sanki gitmişse de onu tek başıma kurtaracakmışım gibi... Komik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIR
Боевик"Yaşanılan kötü günler gelecek olan güzel günlerin habercisidir" derler. Peki ya öyle mi? 22 yıldır yalnızlığın ruhuma işlemiş olduğu bu kötü ve acımasız dünya, bana daha da kötü günler yaşatırken gelecekteki güzel günlerimin planını yapıyor muydu...