Gece, gözlerim aşığı olduğu gözlerini belki bir daha göremeyecek, sana bir daha sarılamayacak, öpemeyecek, saçlarını okşayamayacağım... Ve kalbim bir daha hızla atmayacak...Ama yine de ben kilometrelerce öteden dahi olsa...
...seni seviyorum.
Onur. "
***
Yaşıyor muydum? Bilmiyorum.
Gözyaşlarımın nasıl şiddetle akmasından bahsetmeme gerek var mı? Bilmiyorum.
Belki dakikalar, hatta belki saatler geçti ve ben mektupu tekrar-tekrar okuyarak ağlamaya devam ediyorum... Kalbime çok büyük bir yük binmiş gibi... Sanki daha fazla ağlarsam onu yok edebilecekmişim.
Kalbim artık dayanamıyor... Gerçekten dayanamıyor... Bazen aklımdan sadece ölmeyi geçiriyorum. Kurtuluş...
Ama bu o kadar kısa sürüyor ki... Bir belki var içimde. "Belki gelir." "Belki sağ kalır."
Eğer gelirse, dünyalar benim olur. Eğer bir gün gelecekse yaşadığım ve yaşayacağım her şeye razıyım. Eğer yolun sonu güzelse ben önüme çıkacak tüm engellere, zorluklara razıyım.
Peki ya gelmezse? Ben onca yolu boşuna gidersem?
Bir gün ansızın ölüm haberi gelse... Otursam yere, yaslasam kendimi duvara, gözlerimi sadece bir noktaya diksem, dünya benim için dursa, ağlayamasam bile...
Onun ölümü benim sui-kastim olurdu...
Artık her cümlesini ezberlediğim mektupun yine son cümlesine gelmiştim...
Seni seviyorum.
Yutkundum. Gözyaşlarımı ellerimle silerek, derin bir nefes almaya çalıştım ve titreyen sesimle bakışlarımı gökyüzündeki Ay'a çevirerek duyamayacağını bilsem dahi kilometrelerce uzağımdaki Onur'a cevap verdim.
"Ben de seni seviyorum..."
Çünkü çok sevdiğim bir kitapta şöyle yazmıştı:
"Farklı yerlerde olsakta aynı gökyüzüne bakıyoruz."
Ve ben inanıyorum, duymasa bile hissedecektir...
Aşk öyle güçlü ve farklı bir duygu ki... Bazen anlatılamaz, sadece yaşanır. Bazen acı kelimesiyle eşdeğer olur ama bazen...sadece aşık olmuş olmak bile o kadar güzeldir ki...
Ve ben Onur gibi birine... aşık oldum. Onu ben değil, kalbim seçmişti.
Elimdeki kağıdı son bir kez daha okuyarak zarfa tekrar geri koydum. Evimin en değerli eşyası gibi kaybolmaması için sakladım.
Sonra geldim, yine oturdum koltuğa ve boş-boş duvarı izlemeye başladım. Düşünmek bana eziyet...
Kalbime oturmuş olan yük yüzünden sanki nefes alamıyorum. Elim kalbime gidiyor, sanki dokunsa o yükü hissedebilecek, götürebilecek gibi. Ama nafile...
Ne yapabilirim ki?
Elimden bir şeyin gelmemesi öldürüyor beni. Bana düşen sadece oturup beklemek. Dışarıdan çok kolay sesleniyor ama yapacak bir şeyin olmaması o kadar acı ki. Tek bir sözle ifade etsem, "çaresizlik".
Dakikalar sessizce geçince kalktım ayağa ve artık her gece yaptığım gibi gözlerimi kapatarak rastgele bir kitap seçtim. Sonra rastgele bir sayfa...
"Yorganların altında ışığı kapalı olan odaların içinde, göz kapaklarımızın ardındaki karanlıkta... Kendimizle hep karanlıkta tanışıyoruz. Şimdi içimiz yalnızca sesler sustuğunda bizimle konuşuyor. Yalnızca ışıklar kapandığında bize eline uzatıyor... Şimdi gözlerinizi kapatın, içinizden 10'a kadar sayın... Ve hissedim, ruhunuzu hissedin, kendinizi selamlayın, kendinize merhaba deyin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIR
Боевик"Yaşanılan kötü günler gelecek olan güzel günlerin habercisidir" derler. Peki ya öyle mi? 22 yıldır yalnızlığın ruhuma işlemiş olduğu bu kötü ve acımasız dünya, bana daha da kötü günler yaşatırken gelecekteki güzel günlerimin planını yapıyor muydu...