Bölüm 4: En Güçlü Elementin Krallığı

16.1K 556 119
                                    

 Evlilik Maceraları: Öfke Elementi Krallığı-Kurtarıcı: Su Elementi

Element Savaşçıları her zaman merak konusu olmuştu. Nasıl bir histi acaba büyü yapabilmek? Sihir, güç, hız her zaman savaşçı olmayanlar tarafından  gündemde olan soruydu.

Onlara anlatmak bizim için kolay olmazdı, tam anlamıyla ‘anlatılmaz yaşanır’ sözüyle iç  içe bir özellikti Element Savaşçısı olmak.

Bizde şöyle derdik: ‘Bedeninizi kontrol etmek için enerjiye ihtiyaç duyarsınız değil mi? Kolunuzu, ayaklarınızı, başınızı oynatmak için enerji gerekir. Enerjiyi tazelemek ve güçlendirmek adına yer, içer, uyursunuz. Elementi de bir tür soyut organ olarak düşünün, bedenimize, ruhumuza bağlı bir organ. Onu hareket ettirmek, o organı kullanmak içinse somut olan kol ve bacakları hareket ettirmemize yarayan enerjiden öte başka bir enerjiye ihtiyaç duyarız. Element bize verilirken bu enerjiyle birlikte gelir. Element enerjisini tazelemek içinse yemek, içmekten çok sevişerek ve uyuyarak tazeleriz.’

Farklı kişiler ve farklı kelimeler soruyu merak edenlere aynı anlamı taşıyarak ulaşırdı ama bildiğim kadarıyla az önce ki Trihts’e anlattığım Element Savaşçılarının en eski açıklama diyaloguydu.

Jev elimi tutmak için uzandı bende soğuğu tenimde hissetmeyi memnuniyetle kabul ederek elini tuttum. “Birazdan varmış oluruz, sonunda kurtulduk bu ölüm kalım savaşından.” Dedi korumam.

Pek öyle sayılmazdı aslında, her krallıkta geceleyin bu oyunu oynayacaktık. Toprak Elementi Krallığı elenmişti, şimdi sırada Ateş Elementi Krallığı ya da namı diğer Öfke Elementi Krallığı vardı. Ardından diğer krallıklar…

“Daha yeni başlıyoruz, koruma. Bu ne ki?” dedim sırıtarak. Jev gürültülü şekilde iç geçirdi, ardından hafif bir kahkaha seline tutuldu.

Korumamla zaman geçirmeyi sevmiştim, seviyordum. Ne zamandır onunla doğru dürüst baş başa kalamamıştık. Ya savaşlardı peşimizde gezen ya iş veya benim kendi iç savaşlarım. Şimdi avutulmayı bekleyen halk yoktu, yapılması gereken işler, düzenlenmesi gereken bir ordu, denetlenmesi gereken bir saray, kontrol edilmesi gereken muhafızlar. Sadece Jev ve ben vardık. Baş başa, el ele, kahkaha ata ata.

Gökyüzü mavisi gözlerin ruhuma işleyen güven verici bakışları, çoğu kişinin nefret ettiği belki de üzerlerinde durduğu zaman rahatsız olduğu soğuk bakışları bana iyi geliyordu. Değişmezdim onun tanıdık, güzel soğuğunu çirkin, yabancı sıcaklığa.

Kalbimin atış hızı Jev’inki ile aynıydı. Duyuyordum çünkü, gündüz vaktiydi ve peri masallarından fırlama ormanda güle oynaya gezinen ırklardan çok korumama odaklanmıştım.

Daha doğrusu odaklanmak için kellemi verebilirdim.

“Hissedebiliyor musun, Jev? Çığlık ata ata kuruyarak hayattan kopan, incecik bir ipin üzerinde mantıklarını kucaklarında taşımakla yükümlenmiş sonrada bu sorumluluğu taşıyamadıklarından mantıklarını kucaklarından düşüren halkımın çığlıklarını? Hissetmediğini umuyorum, ben hissediyorum çünkü ve inan bana bu savaş meydanında doğradığımız hainlerin çığlıklarından daha farklı.” Diye fısıldadım durgun sesime eşlik eden düşüncelerimdeki çığlıklarla. “Korkunç ve sıcak. Çok sıcak çığlıklar bunlar. Yardım istiyorlar kurtulmak için o sıcaktan. Elementlerinin sıcağı oldu onların cehennemi, kim ister ki ölmeden, kendi mucizeleri olan bedenlerinde yaşamayı cehennemi?”

Jev tek kelime etmedi. Yalnızca elimi sıktı; umut, acı, keder, hüzün taşıyordu elimi sıktığında bedeninde. Korumamı tanıyordum, elimi sıkışından bile anlardım nasıl duygular beslediğini o saniyeler içinde.

EJDERHA PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin