Selamlar, n'aber? Ee, geçen bölüm dediğim gibi, uzun bir duyuru var bu bölümün sonunda. O yüzden yorumlarınızı bölümü unutmamak için duyuruyu okumadan önce yapmanızı tavsiye ederim... Ve yorum yapmayı ihmal etmemenizi rica ediyorum. Azcık destek olsanız...
Keyifli okumalar dilerim hepinize!
Kabul ediyordum, her adımından başarı fışkıran, her şeyi mükemmel yapan o kişilerden değildim belki ama öh, bu kadar da değildir herhalde, diyebilecek biri olduğumu sanırdım, oysa ki tam da bu kadar büyük bir başarısızlık yapışmıştı varlığıma galiba. İlk adımımda dünyam tepe taklak olmuştu, şöyle bir gerçeği de gölgelerden çıkarmalıydım ki zaten dünyam düzgün değildi, her şey allak bullaktı ama en azından dört parça değildi. Bir tane vardı; bulanıktı, şimdi dört tane vardı ve dördü de birbirinden beterdi.
Sinirliydim, hayatımın karman çorman olması yetmiyormuş gibi ne kadar güçlü olursam olayım kontrol edemediğimden ötürü bir halta yaradığım yoktu. Ben mükemmel görünümlü bir silahtım. Süslenmiş, cezp edici ve akıllara durgunluk verecek kadar da büyük, ancak çalıştırıldığı zaman da hiçbir halta yaramayan bir silah. Garip şeyler oluyordu ama durumum dolayısıyla odaklanmam gereken tek şey karşımdaki şu dımdızlak duran namı diğer tipsiz Siyah Nerls'ti, oysa benim feleğim şaşmıştı. Elementlerime enerjiden bedenler vermeyi başarmıştım, nasıl yaptım zerre fikrim yoktu, gerçekten, ne olduysa bilmeden olmuştu. Hatırlamıyordum bile yani. Bu, tüm kaslarımın çamaşır ipi gibi gergin oluşunu açıklardı, büyü yapıyordum sonuçta ama durum şuydu ki onlarla aynı anda hareket edemiyordum. En azından savaşmak söz konusu olduğunda.
Öleyim daha iyi.
Oflayarak parmak uçlarımla şakaklarımı ovaladım, dengemi kaybedince yere oturup bağdaş kurmuştum ve başımı eğmiş toprağa bakıyordum; üç element ejderham savaşmaya başladıklarında sanki parçalara ayrılmış gibi olmuştum, elementlerimi kullanıyordum ama kullanmıyordum da. Fırtınalı, kırbacına yıldırım çağırdığında ben yıldırım çağırıyordum sanki. Ateşli, kordan savaş baltasını alevlendirdiğinde, elimdeki kalemi başkasının istediği satırları yazmak için kullanıyormuşum gibi hissetmiştim. Dumanlı, gölgeye dönüşüp Siyah Nerls'in kanatlarına saldırdığında doğduğum andan beri, var gücümle sarıldığım bir şey sertçe çekiştiriliyor gibi olmuştum; hiç benden alınmıyor ama çekiştiriliyor. Üç farklı elementin büyüsünü de aynı anda yapmaya çalışırsam en azından ne olacağını öğrenmiş olmuştum. Gerçi, bir tanesini yapmaya çalıştığımda da sonuç buna epey benziyordu. Ve bu garipliği hepsi de hissettiğinden durup bana bakmayı ihmal etmemişlerdi.
"Garip." dedi Fırtınalı.
Dumanlı hala gölge formundaydı ve onu o şekilde yumruklayacaktım. "Ee, ne olacak şimdi?"
"Parçala!" diye bağırarak bana olan ilgisini de ortaya koydu Ateşli. Gözlerimi kapadım ve aniden gözlerimin önünde beliren bir fotoğraf karesi gibi olan, zihnime yıldırım düşmüş gibi hissettiren o anı kafamdan atmaya çalıştım.
Fırtınalı, "Gökkuşağı'nı değil tabii!" diye ciyaklıyordu o sırada.
"Hayır, onu da!"
"Özellikle onu!"
"Sonra da ölelim!" diye çıkıştı Fırtınalı. Bana olan dikkatleri gözlerimi yaşartacaktı doğrusu, eh, kimin elementleri ama!
"Hey," başımı kaldırdım ve gözlerimi açıp pis pis elementlerime baktım. "burada acı çekiyorum, az susun da tadını çıkarayım. Söz konusu bir şeyler hissetmek olunca elindekinin de kıymetini bileceksin, beni ölüden ayıran tek şey bu olunca acının da yeri bir başka oluyor." Kendimi toparlayamadıysam bile ayağa kalktım, yerdeyken pes etmişim gibi hissediyordum ve ben asla pes etmezdim. "Günlerdir hiçlikteydim ve hissetmediğimin farkındaydım, ne kadar çabalarsam çabalayayım her şey o kadar anlamsız geliyordu ki, boş vermişliğin zirvesindeydim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDERHA PRENSES
Fantasi"Kayıp Krallık Serisi" İkinci Hikaye. Adının bile geçmesiyle korkulan, aynı zamanda da nefret edilen Prenses geri döndü. Halkının ihanetiyle tüm yaşamı alt üst olan Prenses koruması tarafından bulundu. Birçok özelliği sayesinde ırkının tarihine adın...