Bölüm 12: Uyanış

7.5K 258 66
                                    

Ben, Dört Element Krallığı prensesi Isabella, artık evli bir kadındım. Hoş ama değil mi?

Şu son günlerde kendimden fazlasıyla uzaklaşmıştım; su perisi, harita, ölmek üzere olan korumam, neredeyse benim ölüyor oluşum derken her şey birbirine girmişti ve ben kıymetli öfkeme yeterli zaman ayıramamıştım. Evet, öfkeme zaman ayırıp bir yerleri yıkmayı, birilerini kafalayıp onlara zarar vermeyi seviyordum. Ben, Isabella'ydım. Tarzım buydu.

Bana atar yapan korumama karşın son derece rahattım. İçimde ferah rüzgar esiyor, sanki ruhumu derdin tasanın olmadığı bulutlara çıkarıyordu. Ayaklarımı komodine atıp, ayak bileklerimden çaprazlamış, sandalyemin ön ayaklarını havaya kaldırmış, alaylı bir sırıtışla bana pis pis bakan korumamı izliyordum.

"Bunu yaptığına inanamıyorum." dedi korumam milyonuncu kez. "Ateş-dudak sana göründü ve sen onu harcadın!"

"O saçma isimden farklı bir isim bulabilirdik ama neden öyle dendiğini anladık."

"Aynen, o ismin hangi kafayla konduğunu merak ederdim, belli oldu."

Bu tepkisi gerçekten sinirlerimi geriyordu. Karşımdaki bu adam kendini çok küçümsüyordu. Benim gözlerimden görmesini isterdim kendisini. Bu da benim hatam oluyordu gerçi, yedi yirmi dört uğraşıp, sıkıldıkça dövüp sonra da hayatını kurtarıyordum. Bir terslik vardı tabii.

Alayla, "Çok değerli bir bitkiydi, onunla yedi asır boyunca ateş elementi sorunuma kafayı takmam gerekmezdi ama ben ne yaptım? Hı, ben ne yaptım? Onu, ciğeri beş para etmez, düşüncesiz, son derece akılsız, kafası basmayan-" diyordum ki, Jev başının altındaki yastığı tutup bana fırlatınca sözüm yarıda kaldı ve sandalyeyle geriye düştüm.

"İyi oldu." dedi eğlenmiş gibi.

Beni düşürecek kadar canlı oluşu bile güzeldi. Gülerek yana yuvarlandım ve sandalyeyi de kaldırarak doğruldum. "Benim ilaçlarım var." dedim tekrar sandalyeye otururken. "Ama sen teksin. O çiçek sana lazımdı, ben ilaçlarla idare ederim." Ayrıca başka bir şey daha öğrenmiştim. Dudaklarımı büzerek bir öpücük attım. "Ayrıca çiçeğin adının nereden geldiğini de öğrendim, bay ateş dudak."

Jev buna karşın gülecek gibi oldu, başını diğer yana çevirdi. "Yapma şunu." dedi, aksice konuşmaya çalıştığı belliydi ama başarısız olmuştu.

Buna karşın kıs kıs güldüm. "Sen kendini nasıl hissediyorsun?" dedim, korumamı bir kez daha boydan boya süzerek. Irklar bitkiyi benim için kaynatmış, korumama içirmeme yardım etmişlerdi. Dünden beri şifahaneydik, ben artık sıkılmaya başlamıştım. Hemen ayağa kalksaydı da biraz dövüp yine serseydim yere, sonra da gitseydik.

Canlı sesle, "Fazlasıyla iyi. Artık kalkabilirim." dedi. Ona inanıyordum, gözlerinin derin ve sakin mavisi bile bana onun iyi olduğunu gösteriyordu. Kendine gelmişti, sözlerinin dinçliğinden, keskin bakışlarından ve bana karşı gösterdiği sabırdan belliydi.

Bir şifacı çağırmayı düşündüm ama sonra hem üşendiğimden hem gerek görmediğimden vazgeçerek ayağa kalkıp korumamın etrafındaki kalkanı dağıttım. Yanı başında duran büyü kaplarının yok ettim, ardından korumama dönüp ayağa kalkmasına yardım ettim. "Tamam, iyiyim." dedi beni kendinden uzaklaştırmaya çalışarak.

"Kes sesini," dedim bende onu ezen sesle.

Jev ayakta durunca kollarını iki yana açarak gerindi. Tişörtü vücuduna yapıştı, hafifçe inledi ardından kollarını indirdi; her bir kıpırtısı içimi titretiyordu, birinin varoluşundan bu kadar çok zevk almak hastalıklıydı. Sorun etmiyordum, ben sağlıklı bir zihne sahip değildim de zaten.

EJDERHA PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin