Merhaba,
Söyleyecek pek bir şeyim yok. Zira toparlayıp yazamıyorum bile 10 dakikadır yazıp yazıp sildim aklıma gelenleri. Ne söylersek söyleyelim bir işe de yaramıyor görünen o ki...
Sosyal medyaya bakmayı içim kaldırmıyor artık diye bölümün başına oturdum, zaten yarılamıştım gerisi de böylelikle geldi. Gündemden biraz uzaklaşıp baş ağrılarını azaltmaya yardımcı olur belki aşağıdaki bölüm.
Aslında bu bölüm Oktay'da olacaktı ama fark ettim ki epey uzun olacak, burada kesmeye karar verdim. Yayınladıktan hemen sonra o bölümü yazmaya gidiyorum. Birkaç gün içinde gelir muhtemelen. Bununla beraber 45 bölümü geride bırakmış oluyoruz böylelikle. 50'de final gibi görünüyor aksilik olmazsa.🥲
Sanırım bu kadar.
Kendinize dikkat edin.
Sevgiler.
Buse.🤍
🌻💛🌙
"Umut, nefes nefese koşarken bir sokağın köşesinde, arkadan yetişen bir kurşunla vurulmaktı elbette."*
🌻💛🌙
Unutmuyordum. Hayatımın bir dönemini, duygularımı, hissettiklerimi baskılayarak yaşamaya çalışmış, tabir-i caizse ot gibi bir yaşamaktan nasibimi fazlasıyla almıştım. O yüzden aslında o zaman farkında olmadığım, hatta yeni yeni aydınlandığım bir gerçek vardı ki, Pandora'nın kutusunun anahtarını Sevda ile bulmuş, Her Kimse ile o anahtarı kullanmaya cesaret edebilmiştim. Yetkin ile ise açılan kutudan üstüme akanları toplamakla epey bir uğraşmış, Işıl ile onlara birer renk verebilmeyi öğrenmiştim. Oktay, tüm bunların dışında bana yepyeni bir kutu bahşetmiş ama canı istediğinde bunu ellerimden almıştı. -Bu başka bir zamanın konusuydu. Düşünmeye başladığımda işin içinden çıkamıyordum.-
Her şeyi hatırlıyordum. Güzel şeyleri çirkinlerinden ayırıp bir daha unutmaya mahkum etmemek üzere...
Sevda ile yüksek sesli şarkıların arasından bir yandan yemek yapıp bir yandan dans edişlerimizdeki mutluluğumu unutmuyordum mesela. Hiç unutmayacaktım. Bu eve adım attığım gün, Sevda'nın mavilerinde gördüğüm o bakışın bana hissettirdiklerini de unutmuyordum. Bitti deyip, yok olmayı beklediğim günlerin içinde bir umut filizlendirmişti bakışı. Saçlarımı, vücudumdaki yaraları, gözlerimdeki korkuyu, vücut dilimden bangır bangır belli olan tedirginliği, hepsini görmezden gelip cesurca elimi tuttuğu an hala avuç içlerimi sızlatırdı ne zaman aklıma gelse. Gözü kara sevgisi, zamanla bana da yeniden yaşamak cesaretini aşılamıştı. Ölsem unutmazdım o günleri.
O kütüphane de Yetkin'in hayatıma girmek üzere olduğunun sinyallerini ilk aldığımda hissettiğim telaşı da unutmuyordum. O telaş, bugün hala bazı noktalarda yol göstericim oluyordu hatta. Onunla ne yollardan geçtiğimizi kendime hatırlattıkça kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum. Yetkin beni öyle bir yerimden tutuyordu ki, abim olduğunu bilmediğim zamanlarda dahil olmak üzere, daha sağlam bastığımı fark ediyordum yerlere. Şimdilerde anlıyordum ki, burada olmadığım o bir yıl da bile onun orada bir yerde var olduğunu bilmek, beni o puslu şehirde, kendinden daha emin bir kadın yapmıştı. Tüm yaşananlar bir yana, kendi kanımdan olan birinin varlığını onca küskünlüğün üstüne hissettiğimde, bir yanım, hiç sorgulamadan onu kabul etmişti zaten. Ve o yanım, beni sırtında taşıya taşıya bugün olduğum noktaya getirmişti. Başından beri biliyordu bu sonu ve ben nihayet hazır olduğumda buluşabilmiştim onunla. Anlıyor, minnettarlık duyuyor ve unutmuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuvarlağın Köşeleri*
General Fiction"Oysa bir dünya gizliydi sende. Buradan, buradaki bu aciz, korkak, küf kokulu dünyadan çok daha farklı olarak. Bir soluk, Bir bakış, Bir tutuş... Yeterdi. Yeterdi tüm galaksilerin içinde seni tanıyıp bulmama..." *Özdemir Asaf