Sahi ne çok seviyorum onu.
Sevemediklerim ya da erkenden sevmekten vazgeçmek zorunda kaldıklarım yerine de seviyorum galiba.🌻💛🌙
"Sevda?" Anahtarlarımı minik minik balık desenlerinin olduğu kaseye koyarken seslendim. Herhangi bir ses gelmeyince ayaklarıma kocaman kulakları olan tavşanlı panduflarımı geçirirken bir daha bağrındım. Cızırtılı bir müzik sesi vardı ama şarkıyı anlayamıyordum.
"Sevda?"
"Buradayım tavşanım. Hoş geldin." Bir elinde kepçe, önünde bana yalvara yakara aldığı unicornlu mutfak önlüğü-çünkü neden böyle bir şeyi alıyorduk?- dağılmış saçları ve ilk gördüğümde kriz geçirdiğim, benimkinden daha da büyük arı motifli panduflarıyla mutfağın kapısından göründüğünde bir kahkaha patlattım.
"Mutfağımızda Üçüncü Dünya Savaş'ını başlatmadın değil mi Sevda?" Yüzü anında düşerken korkarak mutfağa ilerledim. Elimi gözlerimin önüne kapatmıştım ki karşılaştığım manzarayla inme filan inmesindi. Parmaklarımı hafifçe araladığımda enseme bir tane geçirdi. Geçirdi diyorum çünkü 1.58 boyuna oranla eli fazlasıyla ağırdı.
"Ne vuruyorsun be?! Git aynada bir bak kendine. Savaştan çıkmış gibisin." dedim ensemi ovuşturarak. Allah bir yerden alıp bir yere veriyorduysa demek ki! Sevda'nın da kuvvetine vermiş, maşallah... Mutfakta gayet derli toplu görünüyordu. Kendini toparlayacak zaman bulamadı herhalde.
"Yemekleri göpür göpür yerken öyle demiyorsunuz ama Leyla Hanım!" Parmaklarını birleştirip kendine doğru sallarken kaşlarımı alayla kaldırdım.
Göpür göpür?
Peki.
İki küçük adımda yanına gidip yanaklarını mıncırdım.
"Ya sen bana kızdın mı Arımızmız?" Gözlerini devirip ellerimden kurtulurken gülmemek için kendini sıktığını görebiliyordum. Kaşlarımı biraz daha kaldırıp ellerimi önümde birleştirdim, yanlara doğru sallandım.
Ve...
3...
2...
1...
Görev tamamlandı.
Kocaman gülerken önlüğünü çıkarıyordu.
"Öyle yapınca çok tatlı oluyorsun. Resmen zaaflarımdan faydalanıyorsun ona bile kızamıyorum." Başını iki yana sallayıp hala aynı pozisyonda duran bana anlamsız bir bakış attı, ardından otoriter sesiyle konuştu: "Çık git şuradan ya, asabımı bozuyorsun!" Yanaklarını bir kez daha mıncırdığımda saçımı çekeleyip bir savaş başlatmış oldu. Bir süre birbirimizin sinirini bozduk. Sonra o sinirden kızaran suratlarımıza bakıp kahkahalarla güldük.
"Bugün de güldük çok şükür!" dedi yerde sırtını mutfak dolaplarından birine yaslarken. Bense tezgahın üstüne oturmuş hala gülüyordum.
"Çok şükür, çok şükür!"
"Git elini yüzünü yıka da gel hadi, yemek hazır." Tezgahtan inerken kafamı salladım. Hala sırıtıyordum.
Sevda'yla 3 senedir beraber yaşadığımız bu evin ilk ve değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez kuralıydı bu.
Ne olursa olsun, o gün en az 5 dakika kahkahalarla gülünecek!
Aslında son kuralda buydu. Çünkü ikinci maddeyi aldığı tüm o abidik gubidik pandufları giymem konusunda koymaya kalktığında ciddiye alamamıştım. Islak ellerimi havluya silerken ayaklarıma baktım. Eh, onunda beni ciddiye aldığı söylenemezdi tabii. Evde bu ve buna benzer bir yığın panduftan başka bir şey bırakmamıştı giyilecek. Mecbur giyiyordum. Gerçi artık bende seviyordum ama bunu onun bilmesine gerek yoktu yani değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuvarlağın Köşeleri*
General Fiction"Oysa bir dünya gizliydi sende. Buradan, buradaki bu aciz, korkak, küf kokulu dünyadan çok daha farklı olarak. Bir soluk, Bir bakış, Bir tutuş... Yeterdi. Yeterdi tüm galaksilerin içinde seni tanıyıp bulmama..." *Özdemir Asaf