(Bu dudaklar niye bu kadar minik Jaehyuk bey? Niye? Çap diye vurayım diye mi?)
Deneme olduktan sonra okuldan çıktım. Akşam derslerine girmeyecektim. Babamın şoförü beni almıştı.
-Telefon alacağız. Mağazaya gidelim. Dedim. Telefon mağazasına doğru sürdü. İjoo ile hiç konuşmamıştım. Utanıyorsa üstüne gitmemekte fayda vardı. Baekho için kendimi suçlu hissetmiş son model bir telefon, bizim markanızdaki sınırlı üretim kılıflardan ve kulaklık almıştım. Sonra Woosang'ın saatimi beğendiği aklıma geldi. Ödemeyi yapıp arabaya bindikten sonra şoföre döndüm.
-Babamın mağazasına gidelim. Dedim. Bu sefer de oraya gittik. Mağazaya gittiğimde yine herkes beni saygı ile selamladı. Saatimin aynısından alıp arabaya bindim.
-Ne yapıyorum ben? Dedim kendi kendime. Eskiden asla böyle bir şey yapmazdım. Nasıl böyle yumuşak olmuştum?
-Eve mi geçiyoruz küçük bey?
-Evet. Eve geçelim. Dedim. Eve geçtik. Dami ile beraber yemek yapıp sohbet ettik. Sonra kaku ile dolaştık. Akşam woosang mesaj atıp buluşmak istedi. Sohbet etmek için çağırıyordu. Onlara aldığım hediyeleri de beraberimde götürüp arabayı aldım. Söylediği kafeye vardım. Oturduk. Baekho'nun önüne telefonu Woosang'ın önüne de saati koydum. Birbirlerine bakıp açtılar paketleri.
-Woaaah bu o saat.
-Benimki değil. Aynısını aldım.
-Son model mi? Bu sizin marka mı? Neden daha erken kırmadın ki telefonumu?
-Evet bizim marka. Sipariş verelim. Dedim. Garsonu çağırdım. Geldi. Bir kaç sipariş verdim. Gelen siparişleri sohbet eşliğinde mideye götürürken tuvalete gitmek istedim.
-Ben geliyorum. Bi lavaboya gidecem. Dedim ve oradan ayrıldım. Tuvalete giderken bazı sesler duydum. Başımı eğip ufak aralığa baktım. Yeonjin...bu Yeonjin'di. Bir kız-İjoo? İjoo'yu zorla öpmeye mi çalışıyordu? Gidip onu yumrukladım. Aklım durmuştu. Bir insanın hayatı bu kadar kötü olamazdı. İjoo'nun başına daha fazla ne gelebilirdi ki? Onu orada bırakıp İjoo'nun kolundan tutup mekandan çıktım. Arabaya bindirdim. Telefonumu alıp Baekho'yu aradım.
-Babam aradı. Acilen gitmem gerekiyormuş. Siz ödemeyi yapın. Sonra ödeşiriz. Dedim ve kapattım. İjoo'ya döndüm. Açılan boynunu kapatmaya çalışıyordu.
-İjoo.
-Ne yapacağım? Dedi. Arabanın içinde yapabildiğim kadar eğilip saçlarını topladım. Sonra ceketimi çıkarıp giyinmesi için uzattım.
-Ne oldu orada? Dedim.
-Bugün okulda bana moral vereceğini söyledi. Beni davet etti. Burada çalışıyormuş. Sonra işte sen geldin.
-Tamam tamam. Anlatma. Onun da ağzının payını verecem.
-Beni biraz nehre götürür müsün?
-Nehre mi?
-Biraz hava almam gerek. Oraya gidelim lütfen. Çok kötü kokuyor. Dedi. Benim bile içim titriyordu. Aklımı kaybetmiştim. Hemen nehre doğru gittik. Nehre varınca hemen çıkacaktı. Onu durdurdum. Biraz bakındım. Babamın çilekli kremini buldum.
-Sür bunu.
-Neden?
-Hem yaran için hem de çilek kokusu alman için. Dedim ve ben önden çıktım. O da kremi sürüp arabadan çıktı. Geçip banka oturdu. Gözlerini kapatıp derince nefes aldı. Ayakta bakındım ona. Nasıl bir işe bulaşmıştık. Annesi; kızının kahramanı olduğumu bilmiyordu, babam; hiç bir şeyden haberi olmadan yaşıyordu, çocukların da haberi yoktu. İkimiz birlik olmuş, kendi başımıza kurtulmaya çalışıyorduk. İjoo'nun yanına gittim. Ben de oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TRUE ANGELS WOULD BE RUDE
FanfictionVücudu titriyordu. Yarı ölüydü şimdilik. Benim de üstümde kanlar oluşmuştu. Yavru köpek gibiydi. Ben ise şaşkın ve endişeliydim. Şaşırmış ve afallamıştım...