(Sen sanat eseri misin evladım? Annen baban demiyor mu bu kız bu çocuğu çuvallar kaçırır diye?)
Okul çıkışında yine anne ve babamız bizi almaya geldi. Durduk öylece.
-Tebrik ederim Taewook. 10.olmuşsun.
-Teşekkür ederim Bayan Lee. Diyerek saygı ile eğildim. Babam da bana gururla bakıyordu. Sonra İjoo'da annesine baktı.
-Anne. Ben de 1.oldum.
-Ouww! Gerçekten mi? Ah değişik bir şey yok ki. Her zamanki halin. Dedi. İjoo da annesi gibi gülümsedi. Ama onu ilk defa gözlerinden nefret süzülürken görüyordum. En azından aptal gibi hala annesinin arkasında değildi. Onu öldürmek için gün saydığı her halinden belliydi.
-O zaman evlerimize geçelim. Ne dersiniz? Çocuklar da biz de dinlenelim. Dedi babam. İjoo'nun bileğinden çekip sardım onu.
-Biz İjoo ile yemeğe çıkacaz. Siz gidin baba.
-Gerçekten mi?
-Evet. Hadi siz gidin. Dedim. Gülümseyip onlara el salladım. Gittiler. Sonra İjoo'yu bıraktım.
-Böyle bir plan yoktu.
-Ben yaptım. Eve gidip annenle yakalamaca oynayacağına gidip yemek yiyelim. Gerçi Dami dışarda yersem çok üzülür. Ama ona en sevdiği tatlıdan alırım. Dedim sonra önden ilerledim. O da peşimden geldi. Tekrar koluma girdi.
-Tuhaf bir şeyler var. Bu aralar çok mutlusun.
-Evet.
-Neden?
-Çünkü yanında güvendiğim biri olduğunu biliyorum, babamın ruhu huzura kavuştu ve en önemlisi de...annemin cezasını çektireceğiz. Güzel değil mi?
-Beklediğimden daha caniymişsin.
-Hayır. Aslında çok merhametliyim. Ama...şöyle düşün. Dedi ve kolumdan çıkıp el hareketleri ile anlatmaya başladı.
-Doğuyorsun. Ve doğduğundan beridir 18 yıl boyunca bir gram bile ışık görmeyen zifiri karanlık bir odadasın. Sevgi, ışık, ısı, yemek...her şeyden yoksunsun. Seni oraya bırakıp gitmişler. Ve 18 yaşına kadar mucize eseri hayatta kalmışsın. Savaşmışsın ve ayakta durmak için direnmişsin. Ama tam gözün karanlığa alışınca yani çaresizliği kabul edince biri seni hapsettikleri odanın kapılarını sonuna kadar açıyor. Ve tüm oda ışıkla doluyor. Ve ben o odadan çıkmak için bir kaç adım atmalıyım. Dedi ve tekrar koluma girip yüzüme baktı.
-Ve ben o adımları sayıyorum. Işığa erişmek için.
-Kapıyı açan ben miyim?
-Hmhm!
-O zaman yakışıklı prens demelisin. Biri diyorsun. Biri! Ben biri miyim?
-Değilsin.
-Tabiki değilim. Dedim. Telefonum çaldı. Baekho arıyordu.
-Alo.
-Cheongdeong? Bugün oradaydık. Dedi. Dudağımı dişleyip unutmuş olduğum kavgayı hatırladım. İjoo kaptı telefonu elimden.
-Yha! Manyak serseriler! Taewook artık kavgalara karışmayacak! Anladın mı? Dedi ve telefonu kapatıp bana verdi. Şimdiden hesap vermek için yalanlar düşünüyordum.
-Ne yapıyorsun?
-Sürekli yakışıklı olduğunu söylüyorsun. Yakışıklı insan yüzünü yaralamak ister mi? Sen de her gün kavgadasın. Saçmalık.
-Özür.
-Aferin. İşte böyle özür dilemeyi öğrenmelisin. Dedi ve saçımın önünü minik minik okşadı. Ben neden özür dilemiştim? Neden böyle bir şey yapmıştım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TRUE ANGELS WOULD BE RUDE
FanfictionVücudu titriyordu. Yarı ölüydü şimdilik. Benim de üstümde kanlar oluşmuştu. Yavru köpek gibiydi. Ben ise şaşkın ve endişeliydim. Şaşırmış ve afallamıştım...