37. Bölüm

18.3K 850 297
                                    

8328 Kelimelik bir bölüm oldu.

Oylaması yapılmış olan kısmı neredeyse tamamladım. Bu bölümü herkes rahatça okusun diye herhangi bir temas sahnesi yok. Ancak diğer bolum oylamaya koyduğum şekli ile olacak vaktim olursa tamamlar onuda aksam olmadan atabilirim. Ama yinede söz vermeyim altında ezilmek istemiyorum.

Salondaki herkes odadan çıkan ikiliye bakarken Leyla'nın gözleri yerleri dövüyordu nasıl davranamayacağını bilerek. Agâh'ın elinde ahşap kutu, kutunun içinde kalbe gömülen aşklar, aşkları yaşayamayanlarsa artık ölülerdi.

Uzun, yemek masasının üzerine binmiş olan tabaklardan eser yoktu artık. Lale, Tuna, Çiçek ve Cenk mutfakta son kalan parçaları yerleştiriyorlardı yerlerine. Leyla'nın içinde cılız bir sancı, ruhundaysa eserekli bir rüzgarın soğukluğu vardı.

Anıları yüreğinin köşesinde girdap oluşturmuştu. Süzülen, peşini bırakmayan ölüm bataklığının kokusu yeniden bulmuştu adresini ve o eskisinden daha korkaktı kaçarken.

"Leyla," dedi Güzide sakinliği ses tonundan cildinin her yanına yansırken. "Dinlemek istiyoruz. Yani," dedi gözlerini kaçırarak. "Bilmiyorum. Merak ediyorum."

Agâh elini Leyla'nın beline attı. Yanındaydı. Her daim. "Anlatmak istemezsen önemli değil fıstığım," dedi hemen herkesin işitebileceği bir sesle. Leyla kadar korkuyordu kutunun içinden çıkacak sancıların Necmi Beye dokunacak olmasından ve ucunun küstahça Leyla'ya ilişmesinden.

Sakin adımlarla mutfağa ilerledi ardında kalanları düşünmemeye gayret ederek. Kollarından tutup çekiştiren anıların girdabı irislerinde değildi, teninin her milimi o anıların izleriyle kaplanmıştı. Bir bardak su doldurdu zamanı savurganca parçalamak için ancak yeniden diğerlerinin yanına dönüşü iki dakikasını aldı.

Köşe koltuğun her yeri dolmuş Tuna ve Lale kendileri için sandalye çekerek oturmak zorunda kalmıştı. Agâh'ın yanındaki ufacık boşluğa oturduğunda bacakları birbirine tamamen değiyordu. Biri tek soru soracak olsa ve Leyla cevap vermeyecek olursa kim olduğu önemli olmayacaktı Agâh için ve o sesin yinelenmesine engel olacaktı.

"Ne zaman tanıştın annemin arkadaşlarıyla?" dedi Necmi bey.

"Almanya'dan döndüğümde." Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu arkasında bıraktığı birçok şeye olan özlemden sebep.

"Babamla kaç kez görüştün Leyla?" dedi Turan bey.

"Birçok kez," derken hâlâ Agâh'ın elinde olan kutuya uzandı. Ahşap kutuyu açtı teheyyüçle. "On sekiz yaşındaydım Ali ile tanıştığımda." Birilerinin babası, büyük babası olması onun arkadaşı olduğu gerçeğinin üzerine devrilemiyordu. Küçük, üzerinde bisiklete binen iki çocuğun resmiyle kaplanmış albümün içinden resimleri çıkardı beyaz elbisesinin eteğine özlemle.

Bir fotoğraf çekti. "Bakın bu fotoğrafı benim yirminci yaşımı kutlarken çektirmiştik. Tokayı saçlarına takıyordu." Leyla'nın üzerinde kırmızı ipek bir elbise, ufak göğüslerinin üst kısmı cılızca bir dekolte oluşturmuştu köprücük kemiklerinin altında ve zayıf, solgun tenli kollarına. Fotoğrafta açık olan saçlarına Ali buruşmuş elleriyle tokayı konduruyordu. Her ikisinin kameraya yansıyan gülüşlerinin içtenliği bakanlara baharı anımsatıyordu arkadaki pencerelerden görünen kara inat.

Turan bey fotoğrafı eline aldı. "Heybeliada," dedi Leyla'ya bakarak. "Orada mı toplanıyordunuz?"

"Evet. Genelde oradaydık."

Bir başka fotoğraf çıkardı yüzüne eşi benzeri olmayan bir tebessüm oturtarak. Babaannesi sağ tarafında, sol tarafında Ali orta da en mutlu ve hınzır haliyle Leyla, kırmızı elbisesibin üzerinde giydiği koyu yeşil, kendine en az dört beden büyük bir kazakla gülümsemekten gözleri kapanmıştı. "Babaannem de bizimleydi o zaman," diyerek fotoğrafı babasına uzattı. "Babanı da çağırmıştık ama gelmedi." İçinden iyi ki de gelmedi diye geçiriyordu. Geçirdiği en güzel anlar kirlenmeden kalmıştı.

LEYLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin