2 Gün sonra...
Hava kapalıydı. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. Soğuk havaya meydan okurcasına orada duruyordum. Hava annemin gidişiyle birlikte nedensizce hep kapalıydı. Oysa güneş içimi ısıtabilir, açık hava moralimi düzeltebilirdi. Belki bir nebze.
Dizlerime kadar gelen elbiseyle yağmış yağmur yüzünden çamurlaşan çimlere oturdum. Önümde annemle babamın mezarı duruyordu. Burası kasabadan biraz uzakta küçük bir mezarlıktı. Öylece durup onlara baktım. Hiçbir şey hissetmiyordum. Annem mutluydu. Babamda onu bekliyordur eminim. O yüzden yakarmamın ve isyan etmemin hiçbir anlamı yoktu. Üzülmemin de...
Belki de... Onlarda beni bekliyorlardır şimdi. Beni çağırıyorlardır... Gözlerimi kapadım. Rüzgar kırmızıya çalan saçlarımı savurdu. İnce elbisenin altında ürpermiştim.
Etraf sessizdi. Duyulan tek şey yer yüzünü yalayıp geçen rüzgarın sesiydi. Ben kendimi tamamen unutmuşken arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Kapalı gözlerimi açıp bir kaç saniye dinledim. Adımların sesleri yaklaşıyordu. O an yanımda kılıcımın yada bıçağımın olmadığını hatırladım.
Ayak sesleri durmuştu. Bir kaç saniye süren sessizliğin ardından ayak seslerinin sahibi konuşmaya başladı.
"Alessi..." İsmimi söylemişti. Bu ses... Tanıdıktı!
Bakmak için kafamı çevirdiğimde, kapüşonu yüzünün yarısını kapatmış ve uzunluğuyla vücudunu tamamen kapatan pelerinli ihtiyar gelmişti. Hızla ayağa kalkıp bir iki adım geriledim. Ondan önce davranıp konuştum.
"İsmimi nereden biliyorsun?"
"İsmini öyle mi?" Kafasını kaldırıp gökyüzüne doğru çevirdi. "Aslında bakarsan... Senin hakkında inanamayacağın daha bir çok şey biliyorum."
Ne? Neyden bahsediyordu bu ihtiyar? Bir şey bilip bilmemesi umrumda değildi. Şuan tek istediğim şey burada sessizce ölmek! Beni takip ediyordu. O gün avda da benim peşimdeydi! Bu bunamış ihtiyarın benimle derdi neydi? Ne istiyordu?
Üzgündüm, kırgındım, öfkeliydim ve benimle böyle bir zamanda böyle bir ortamda konuşmak için mi gelmişti?
"Benden ne istiyorsun bilmiyorum ama beni rahat bırak! Benim hakkımda bildiklerin umrumda değil! Dua et ki kılıcım yanımda yok, yoksa seni acımam öbür tarafa yollardım!"
"Peki... O zaman al." Pelerinin ön kısmını geriye çekip bir bıçak çıkardı ve bana doğru uzattı. Eli havada almamı bekliyordu. Soğuktan bembeyaz kesilmiş elimi yarı titrek bir şekilde uzatıp aldım.
Olabildiğine sıkarak kavradığım bıçağa baktım önce, gözlerim geri ihtiyara çevrildiğinde kapüşonunu çıkartmıştı ve yüzünü tamamen görebiliyordum artık.
Beyazlaşmış saçları omuz hizasına kadar uzundu. Karışmış sakallarıda saçları kadar uzundu. Göz kapakları çökük, yüzünün çoğu kısmında kırışıklıklar hakimdi. Nereden baksan 80 yaşlarında vardı.
Öylece durmuş bakarken kendimi zorlayarak konuştum.
"Ne istiyorsun?" Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Fakat etraf o kadar sessizdiki duyduğunu tahmin ettim.
"Ben istemiyorum... O istiyor!"
Sıkıca tuttuğu belli olan avucunu bana doğru uzatarak açtı. Orta kısmında bir demir parçası olacak şekilde üçgen bir kolyeydi. Üçgenin alt kenarındaki taş, şiddetli şekilde parlıyordu. Ona bakarken gözlerimin acıdığını hissettim. Daha fazla bakamayıp bakışlarımı ihtiyara geri çevirdim. Zümrüt yeşilinin hakim olduğu gözleriyle bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TILSIM: ELEMENTLER TOPLANIYOR
FantasyOnlar kazanmıştı. Eğer amaç düşmanın istediğini ona vermemekse evet, kazandılar. Ama kazanmak hayatta kalmayı başarmaksa hayır, kaybettiler... * * * Yüzyıllarca nesillerle süre gelen güçler ilk kez devam edecek bir soy bulamamış ve...