Yavaş adımlarla olabildiğince sessiz bir şekilde çalıların arasından ilerliyordum. Ok yaya takılıydı ve nefes alış verişime bile dikkat ediyordum. Yavaşça yaklaştım... Yaklaştım ve... Hay aksi!
Kuru bir dala basmıştım ve çıtırtısına bir anda kafasını benim olduğum tarafa çeviren tavşanla göz göze gelmiştim. Hızla oku çekip yayı gerdirdim. Benden önce davranıp hareketlenen tavşana hızla oku bıraktım. Gövdesine isabet eden okla birlikte olduğu yerde kalan tavşana baktım bir süre.
Anlık ne olduğunu anlamasamda hemen farkettim. Tavşanı vuran ok bana ait değildi! Benim okum tavşanın hemen yanında toprağa saplanmıştı. Hızla elimdeki oku bırakıp belimdeki kılıcı çektim. Etrafa bakarken henüz birini görememiştim ki, arkamdan gelen sesle irkildim. Arkamı döndüğümde kapşonlu siyah pelerin takmış birisiyle karşılaştım. Kapşonu yüzünün yarısını kapatıyordu. Tavşanı vurduktan sonra kapatmış olacak heralde yoksa vurmasına imkan yok. Ben gören gözümle vuramamıştım.
Yaşının büyük olduğu anlaşılacak ses tonuyla ak sakallarının arasından konuşmaya başladı. "Bir dahakine..." Elimdeki kılıcı hızla kaldırıp uç kısmını boğazında tuttum. Elindeki yayı kafasından geçirip gövdesine çapraz olacak şekilde taktı. Bir kaç saniye öyle durup baktıktan sonra ki gözlerini göremiyordum, yanımdan geçip tavşanın olduğu tarafa ilerledi.
Tam kim olduğunu soracaktım ki konuşmaya devam etti. "Daha dikkatli olsaydın... Belki." Kılıcımın ucu boştaydı. Yere eğilip benim attığım oku topraktan çıkardı ve incelerken devam etti. "Tabi iyi nişan alman da gerek." Oku yere attı ve tavşana sapladığı oku kırdı. Pelerinden nasıl giyindiğini tam olarak göremiyordum. Yanında getirdiği torbanın içerisine tavşanı koydu.
Ayağa kalkıp benim olduğum tarafa bir kaç saniye daha baktıktan sonra arkasını döndü ve çalıların arasından ilerlemeye devam etti. Bende çoktandır indirdiğim kılıcımla orada kaldım. İki kelime edememiştim. Oysa o kim oluyordu da benimle dalga geçer gibi konuşuyordu. Yaşlı domuz!
Duyması için yükselttiğim sesimle bağırdım. "Hey! Sende kimsin?" Cevap vermemişti ve yürümeye devam ediyordu. "Sana diyorum! Eğer bana hemen kim olduğunu söylemezsen bu ok yayda değil sırtında olur!"
Arkası dönüktü o yüzden elimde ok olmadığını göremezdi. Hızla kılıcı kınına katıp yerdeki yaya yanımdaki oklardan birini yerleştirdim. Beni duyduğunu biliyordum. Bu dediklerimle olduğu yerde durmuştu. Bir kaç dakika geçmemişti ki tekrar yürümeye devam etti.
"Her ne haltsan canın cehenneme ihtiyar!"
Elim boş bir şekilde eve dönüyordum. Daha da hevesim falan kalmamıştı. Hava bozmaya başlamıştı. Bu gün fazla oyalanmıştım. Hemen eve dönsem iyi olacaktı. Annem evde yalnızdı. Ormanda küçük sayılmayacak bir evimiz vardı. Annemle birlikte yaşıyorduk. Babamı kaybedeli neredeyse bir yıl olacaktı. Babamın ölümünden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı... Annem çok hasta. Bense güçlü durmaya çalışıyorum. Annem için... Olabildiğince neşeli olup moralini düzeltmeye çalışsamda bir kez bile... Tek bir kez bile yüzünde küçük bir gülümsemeye rastlamadım... En azından benim için. Ben onun için bu lanet olası duygularla başa çıkmaya çalışırken o hiç denemiyordu...
Onu kaybetmekten, bu koskoca dünyada yalnız kalmaktan korkuyordum. Her ikiside diğer tarafta kavuşup beni bu lanet olası yerde bırakmalarından korkuyordum. Ama ne yapsamda bir senedir annemin bir kez bile gülümsemesini sağlayamadım.
Yağmur şiddetini arttırmıştı. Adımlarımı hızlandırıp ilerlemeye devam ettim. Üzerimde ince bir gömleğin üzerine giydiğim kalın denilebilecek bir elbise vardı. Elbisenin üzerinede siyah yıpranmaya yüz tutan bir pelerin takılıydı.
Babam beni küçüklüğümden beri kılıç ve yay konusunda eğitir. Tabi ki ne kadar iyi olduğum tartışılır. Doğduğumdan beri buradayım. Evimiz ormanın ortasındaki çayırlıkta. Ormandan at ile uzun bir yol gidildikten sonra kasabaya varırız. Kasabaya pek fazla gittiğim söylenemez. Genelde anneme ilaç almak için giderdim. Ama artık içmiyor.
Tamamen ıslanmıştım. Nihayet eve varabildiğimde kapıyı hızla açıp içeriye girdim. Şömine sönmüştü ve içeriye soğukluk hakimdi.
Çok büyük sayılmayacak evde şöminenin karşısında masa ve sandalyeler, karşıdaki duvarda neredeyse büyük bir pencere ve karşılıklı eskimeye yüz tutmuş koltuklar vardı. Kapısı olmayan ayrı bir oda da olan küçük mutfak ve onun karşısına hizalı diğer odaysa yatak odasıydı.
Annem görünürde yoktu. "Anne! Ben geldim! Ama bu sefer elim boş. Neyse tavşan yok ama sana kuru etleri kızartırım. Ne kadar iyi yaptığımı bilirsin!" Dedim gülerek. O sırada ıslak çizmelerimle pelerini çıkarmış ve mutfağa ilerlemiştim. Ama ne annem vardı ne de dediklerime cevap veren sesi.
Yatak odasına doğru ilerledim. Uyumuş olma ihtimalini hesaplamamıştım bu saatlerde uyumazdı çünkü. Kapıyı yavaşça açtığımda annem yatakta yatıyordu. Küçük oda buz gibiydi. Ürpermiştim. İçeriye adım attığımda anca farkedebilmiştim. Annemin uyumadığını...
Gördüklerim karşısında afallamıştım. Gözlerim kararmış ve başım dönmeye başlamıştı. Vücudumun her bir hücresinin uyuştuğunu hissettim. Boğazımda öyle bir düğüm oluşmuştu ki... Yutkunamadım. Öyle ne kadar süre kaldığımı hatırlamıyorum. İlk göz yaşı yanağımdan boşluğa süzüldüğünde kendimi yere bıraktım.
Annemin gözleri açık bir şekilde tek noktaya bakarken yarı açık kalmış ağızından kan sızmıştı. Dudağında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Babama kavuşmanın, acılarından kurtulmanın mutluluğuydu belkide. Babama kavuşmuştu... O da gitmişti... Ve ben... Ben bu lanet olası dünyada kalmıştım!
Haykırıyordum, bağırıyordum, ağlıyordum... Yalnız annem için değil babam içinde ağlıyordum. Senelerdir içime akıttıklarım taşmıştı. Ben ağladıkça daha da hırçınlaşmıştı gökyüzü. Bağırdıkça o da gürlüyordu, aktıkça göz yaşım daha da şiddetleniyordu fırtına...
Kendimi zorlayıp ayağa kalktım. Buğulanmış gözlerimin arasından annemin yanına yaklaştım. Son kez baktım gözlerine. Bir daha göremeyeceğim gözlere... Islanmış kıyafetlerimle yavaşça sildim dudağından akmış kanı. Yavaşça gözlerini kapattım. Yorganın içine girip onun yanına yattım ve iyice sarıldım. Son kez...
"Benim için dayanamazmıydın anne!" Sesim fısıltıdan öteye geçememişti. "Ben senin için dayandım acılarıma dayandım! Oysa sen... Denemedin bile! Sadece bir kez benim için gülemezmiydin anne... Evet, artık gülüyorsun... S-sonsuza dek..."
* * *
"Duygular..." diye mırıldandı yaşlı adam. Dışarıdaki fırtınaya rağmen tamamen ıslanmış peleriniyle evin kapısının önündeki basamaklara oturmuştu. "Onları kontrol etmek zordur, hatta çok zor... Ama imkansız değil."
Sıkısıkıya tuttuğu avucunu açtı. Bir çeşit demirden yapılmış üçgen ve orta kısmında da bir çizgiye sahip olan bir kolyeydi bu. Üçgenin alt kısmındaki düz kenarının ortasında küçük bir taş vardı. Yaşlı adam olabildiğine parlayan bu taşa baktı. Elindeki bir tılsımdı aslında...
Güç onu seçmişti. En zor kişiyi seçmişti. "Bir neslin kaderini, bir evvelki nesil tayin eder." diye düşündü. Babasını hatırlıyordu... Tılsımın aynı kişinin soyundan seçmesi yaşlı adamı endişelendirdi. Babasının kontrol edemediği duyguları diğerlerinin sonunu getirmişti. Ailesine bu kadar bağlı olup kısa aralıklarla yaşadığı kayıplar kızın duygularını kontrol etmesini oldukça zorlaştıracak gibiydi.
Yaşlı adam sıkıntıyla iç çekti. Daha önünde uzun bir yol vardı. Büyük savaştan önce güçlerin yeni sahiplerini bulması gerekiyordu.
Elindeki tılsımı tekrar avucuna kapattı. Yaşından beklenmeyecek çeviklikle ayağa kalkıp, fırtınanın sise buladığı havada gözden kayboldu.
Eveet ilk bölümle başlıyoruzz. İlk iki bölümü birlikte atacağım. Daha sonra her hafta bir bölüm gelecek. Daha bizi bekleyen bir çok şey var. Bende neler olacak merak ediyorum.
Oylamayı ve yorum bırakmayı unutmayın. İkinci bölümde görüşmek üzeree. ✨
İlk bölümü nasıl buldunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TILSIM: ELEMENTLER TOPLANIYOR
FantasyOnlar kazanmıştı. Eğer amaç düşmanın istediğini ona vermemekse evet, kazandılar. Ama kazanmak hayatta kalmayı başarmaksa hayır, kaybettiler... * * * Yüzyıllarca nesillerle süre gelen güçler ilk kez devam edecek bir soy bulamamış ve...