Pusula karşımızdaki adamı gösteriyordu. İdam edilmek üzere olan, adamı!
Büyücü avucunun içine aldığı Tılsımı sıkarak gözlerini bir kaç saniye kapadı. Avucu kapalı olsa da Tılsımın parlaklığı görülebiliyordu. Tılsımı yerine koyduğunda meydana bakarak konuştu.
"Tılsımın sahibi o..."
Adamın yanında on kadar muhafız vardı. Bazılarının elinde mızrak bazılarındaysa kılıç vardı. Zindanın önünde ve kaleye çıkan iki yolda da
muhafızlar vardı. Bizim adam elleri ve ayakları bağlanmış, dizleri üzerine çökmüş bir şekilde duruyordu. Kafasını tamamen öne eğdiği için yüzünü tam olarak göremiyordum.Muhafızlardan birisi bu tarafa doğru dönerek kılıcını havaya kaldırdı. Etraftaki uğultu bir anda kesilmişti. İki muhafız bizim adamın yanına yaklaştı ve biri saçlarından tutup kafasını kaldırdı. Suratı dağılmıştı ve gözleri açılıp açılmamak arasında kararsızdı sanki. Diğer muhafızlara göre daha iri olan adam kılıcını indirip konuştu.
"Hile ve ihanet güçsüz insanların işidir!" Kılıcın ucunu adamın boynuna dayayıp yüzündeki sırıtışla devam etti. "Ve bedeli de... Ölümdür!"
"Hazır mısın?" Büyücünün sorusuyla ona baktım ama o bana bakmıyordu.
"Ne yapacağız?"
"Muhafızları onun yanından uzaklaştır yeter." Uzattığı bıçağı elinden aldım.
"Iıı... Peki." Ne yapacağımı bilmesem de muhafız kılıcı bizimkine saplamadan hemen harekete geçtim.
"Evet! Bedelini ödetirsin eminim ama... Şimdi değil!" Duymaları için bağırarak söylediğimde muhafızlar bana bakmışlardı. Hızla onların yanına ilerledim ve yönünü bana çeviren iri muhafıza daha bir şey anlamadan bıçağı fırlattım. Omzuna saplanan bıçakla birlikte geriye sendeleyen muhafızın elinden kılıç düşmüştü.
Yapmam gereken tek şeyin muhafızların bizimkine dokunmuyor olmasını sağlamaktı. Ondan sonrasını düşünmemiştim. Sanırım düşünmemekte en iyisiydi.
Hemen ilerleyip bizimkinin saçını tutuyor olan muhafızın karnına tekme attım. O geriye doğru sendelerken çoktan kılıcını çıkarmış olan bizimkini tutan diğer muhafız, kılıcı üzerime doğru savururken geriye bir hamleyle kurtulmuştum. Tam ikinci bir hamle yapacakken yanımda biten büyücü muhafızın bileğini tutup bükmüş ve kılıcı düşürmesini sağlamıştı. Hemen sonrada muhafızın suratına geçirdiği yumrukla yere düşürmüştü.
Ben ne olduğunu anlamadan sırtımdan yediğim tekmeyle yere yapıştım. O sırada büyücü bizimkine dokunup toz olmuşlardı. Işınlanarak onu kurtarma fikri her ne kadar güzel olsa da bende o planın içinde olmak isterdim.
Yönümü döndüğümde etrafım muhafızlarla çevrili, ellerinde bana doğrulttukları mızraklar ve kılıçlarla çember oluşturmuşlardı. İri olanın yüzündeki şaşkınlığı farketmiştim. Büyücü sürekli olarak ışınlanamıyordu. Beni almaya geleceğinden emin değildim o yüzden.
Hızla ayağa kalktım. Omzundaki bıçağı tutarak yanıma gelen iri muhafızın yüzünden ne kadar öfkeli olduğu farkedilebiliyordu. Şuan en iyi ihtimal havayı kullanmaktı. Ama havayı kullansam bile hepsini yenebileceğimi pek zannetmiyordum. Yani her türlü burada kalmıştım.
Tılsım beni seçmişti. Bunu yapabileceğimi ve doğru kişi olduğumu bildiği için beni seçmişti. Gücün soyundan geliyordum, babamın ruhunu taşıyordum. Ve yapabilirdim... En azından yapmak zorundaydım. Yani büyük bir düşmana karşı olmak için seçilmiştim ve öleceğim yer burası olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TILSIM: ELEMENTLER TOPLANIYOR
FantasyOnlar kazanmıştı. Eğer amaç düşmanın istediğini ona vermemekse evet, kazandılar. Ama kazanmak hayatta kalmayı başarmaksa hayır, kaybettiler... * * * Yüzyıllarca nesillerle süre gelen güçler ilk kez devam edecek bir soy bulamamış ve...