bölüm; dört | "notlar ve düşük omuzlar"

80 20 157
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

18 yıllık hayatım boyunca hep birilerini memnun etmek için çabalamıştım. Kendi düşüncelerimi umursamayıp onlara kulak tıkamıştım. Doğru olan bu sanıyordum. Büyükler her şeyin iyisini bilir, beni doğruya yönlendirirler diye düşünüyordum fakat gerçek bu değildi. Onların amacı beni doğruya yönlendirmek değil, kendi istedikleri insana dönüştürmekti. Benliğimi bulmadan kaybetmemi istiyorlardı. Bunu geç de olsa farkına varıp bir kere kendim için bir şeyler yapmak istemiştim. Buna, anneme hayallerimden bahsederek başlamıştım. Acınası bir şekilde beni dinleyeceğini düşünmüştüm.

Ne büyük yanılmıştım...

Annem beni dinlemezdi ki. İsteklerim umurunda olmazdı. O ne derse onu yapardım ve yapmalıydım. Çünkü o annemdi işte. Benim en iyi yerlere gelmem için çabalardı. Bu yolda çoğu zaman hayal kırıklığına uğratır, canımın yanmasını umursamazdı. Kafamın içinden geçenleri hiçbir zaman anlayamazdı, ondan bunu beklemezdim zaten. Aslına bakarsanız, kimseden bunu bekleyemezdim çünkü bu bencillik olurdu. Kimse beni anlamak zorunda değildi.

Fakat işin kötü yanı, ben bencil bir insandım. Herkes beni anlasın, dinlesin isterdim.

Bazen kendimden nefret ediyordum. Bazen çevremdekilerden, bazen hareketlerimden ve çoğu zaman her şeyden. Kötüydü, kabul ediyordum ama ben buydum ve böyleydim. Kendime engel olamıyordum.

Bencillik kötüdür, derdi babam her defasında. Benimle bu konu hakkında kaç kez konuşmuştu sayamıyordum bile ama hiçbir söylediği işe yaramadı. Bencil ve hırslı olmaya devam ettim, o da bir zaman sonra bu konuyu bir daha açmadı.

Annem bir canavar yetiştirdi, babam yalnızca kenardan izledi. Peki ya asıl Sofia neredeydi?

Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Sanki beynim çalışmıyor gibiydi. Bu uçakta bir katil vardı.

Bu uçaktaki biri en yakın arkadaşımı öldürmüştü.

Avuçlarımı zeminden kaldırdım ve onlara baktım. Kızarmışlardı, büyük ihtimalle dizlerim de aynı şekildeydi ama ayağa kalkıp bakacak gücü kendimde bulamıyordum. Yardım istemeli miydim bilmiyordum. İstemesem bile ne yapacaktım? Bir sonraki ölen ben de olabilirdim.

Anlamıyordum, onlarca kişinin olduğu bir uçakta nasıl buna cesaret edebilmişti? Biri görür diye korkmamış mıydı?

Hepsini geçtim, birinin canını almak bu kadar mı basitti? Birkaç bıçak darbesi miydi her şey?

Hayır, bu kadar basit değildi, olmamalıydı. Birinin hayatı son buluyordu. Geçmişi ve geleceği bitiyordu. Yalnızca bu dünyaya gözlerini kapatmıyordu, acı kalıyordu geriye. Saf bir acı.

Hiçbir zaman bu dünyanın adalet anlayışını kavrayamayacaktım. Daisy masumdu. Hiçbir suçu yoktu ve onu bir şey yapmadığı halde böyle cezalandırmak adaletsizdi.

Belki de adaletsiz olan dünya değil, insanlardı.

Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarım titriyor olsa da bir şekilde başarabilmiştim. Bir kadar vermem gerekiyordu: Kimseye söylemeyip katili ben mi bulacaktım, yoksa yardım edecek birini mi bulmalıydım?

Durdum ve düşük omuzlarımı havaya kaldırdım. Tekrar düştüler, yine kaldırdım. Ve tekrar düştüler ama ben yeniden kaldıracak gücü kendimde bulamadım.

Yavaş yavaş yürümeye başladım, biraz önceki hostes dışında birini bulmalıydım. Uçağın içinde dolanırken sonunda birine rastladım. Başka bir hostesti bu, boyu benden epey uzun olduğu için kafamı kaldırarak konuşmak zorunda kalmıştım.

"Affedersiniz," dediğimde bana baktı. Sessizce yutkundum. "Benimle gelmeniz gerek. Bu uçakta bir katil var." Sona doğru sesim kısılmış ve titremişti.

"Nasıl yani?" diye sorarken kaşları çatılmıştı. Küçük bir hıçkırık dudaklarımdan koptuğunda "Yalvarırım," diye fısıldadım. "Bana inanın ve takip edin. Ne yapacağımı bilmiyorum."

Ağlamamak için kendimi zor tutarken kadın yavaşça kafasını salladı. Arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Peşimden geldiğini ayakkabılarının çıkardığı sesten anlayabiliyordum. Birkaç dakika sonra küçük kabinlerin olduğu yere geldiğimizde yutkunarak kendimi toparladım. Ardından kapıyı yavaşça ittim.

Kapı kolayca açıldı.

Ufacık bir kuvvet uyguladığımda açıldı. Daisy orada değildi.

Gözümden düşen damlalar zemine düşüyordu. Kadının bana anlamayarak baktıktan sonra "Ben gideyim." dediğini duydum. Ardından arkasını dönüp gitti. Kapının pervaz kısmında olan elime yüzümü yasladım ve sesli bir şekilde ağlamaya başladım.

Kafayı yemek üzereydim. İlk önce elimde asla olmayan kan, sonra bu...

Hıçkırıklarım arttı, gözyaşlarım ilk önce elime bulaşıyor, sonrasında yere damlıyordu. Kafamı kaldırdım, etrafa baktım. Yere eğilip belki bir damla olsun kan görürüm diye baktım ama yoktu. Hiçbir iz yoktu. Ya katil fazla akıllıydı ya da ben kafayı yemeye başlamıştım.

O sırada gözüm köşeye takıldı. Duvarın en dibine küçük bir not kağıdı yapıştırılmıştı. Elimi kapıdan çekip duvarın yanına gittim ve burnumu sessizce çektim. Elimi uzatıp kağıdı aldığımda küçücük yazılmış harfler birleşip anlamlı kelimeler oluşturmuştu. Kelimeler de cümlelere devrildiğinde bu notu hiç okumamış olmayı diledim. Parmak uçlarım uyuştu, kağıt elimden kaydı ve yavaşça havada süzülerek yere ters bir şekilde kondu.

"Sofia, Sofia, Sofia...
Madem oyunu oynayacağım kişi sensin, bırak da bu oyun iki kişilik kalsın.
Yerde gördüğün kan, senin kanın olmasın."

GÖKYÜZÜ MEZARLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin