27/ Gayri resmi

722 95 86
                                    


Belki düzelir diye düşündüm. Belki düzelirdi ve ben eski hayatıma geri dönerdim. Güzeldi; Jungkook yokken, kırmızı gözlerim yokken, özel güçlerim yokken.

Güzeldi işte.

Ben, Park Jimin iken güzeldim. Şimdi berbat bir haldeyim. Ne ellerimden tutan var ne de arkamda duran. Şu an o eski atladığım büyük kayalıklardan fütursuzca atlamayı denesem kimse kanat olmaz bana. Zaten herkes uzaklaştı, herkes değişti.

Tek ben kaldım geriye.

"Yemeğini yedin mi?" İzlediğim televizyonu kapatıp sorgular gibi gözlerimin içine baktı. Zaten tabağımı bitirmediğimi görüyordu, neden soruyordu ki? Neden boş sorular sorup beni rahatsız ediyordu?

Cevap vermeden kırmızı gözlerimi üzerinde gezdirdim. Korkmuyordu, korkmuyordu çünkü ona zarar vermeyeceğimin farkındaydı.

"Çok kitap okuyorsun sanırım Joon. Kanlı biftek yerine bol acılı erişteyi tercih ederim."

"Onlardan birisi olmadığını biliyordum." Dedi garip bir sevinçle. Kaşlarımı çatıp ayağa kalktım.

"Sana sinir olmaya başladım." Pek de umrunda değildim zaten. Onun umursadığı şey ne pek emin de değilim. Sanki oldukça yabancı iki insanız. Eh, eğer Jungkook'la burun buruna gelecek olursa pek de tanınmayacak bir hale gelecek yüzü. Bunu bildiği halde bütün doğruları kenara atıyor.

Hep yanlışlık denen o ince, siyah çizginin üzerinde raks ediyor.

"Dün de bir şey yemedin." Diye sorguladı. Bana değil de kendi içine konuşuyor gibi bir hali vardı. Ve ben her şeye rağmen ona kin tutmayı bir türlü beceremedim.

"Bana söylemediğin onca şey varken seninle nasıl dost kalabildim?" Belirsizdi bakışları. Yanıma oturduğunda o aldığım pahalı parfüm kokusu, kıyafetlerinin abartılı oluşu ve saçlarının rengine kadar her şey, tanrının onu yeniden yarattığının birer habercisiydi.

"Sana mesleğimi, gerçek yaşımı ve gayri resmi bir çocuğum olduğunu söyleseydim benimle hala daha arkadaş kalabilir miydin?" Bütün bu olanlar, duyduklarım ve yaşayacak olduğum şeyler birer hayal ürünü gibiydi. Namjoon kaç yaşındaydı? Bir kızı mı yoksa oğlu mu vardı? Sevgilisi hayatta mıydı? Neden öğrenci kılığında dolaşıyordu?

Ve neden beni kaçırdı? Neden bunca olayı saklama gereği duydu?

"Tekrar tanışalım." Dedi bir heyecan. Şaşırdım, şaşırdım çünkü o çocuksu gözlerinin yerine oturan olgun kişiliği tüylerimi diken diken etti. Nereye gittiğini anlamadım lakin kısa bir süre sonra yanıma gelip elimden tuttu, onu takip ettim. Yerin bin kat altına indik sanki. Bir bar vardı. Neredeyse yeni gibi gözüken, kapkaranlık fakat led ışıklarla aydınlatılmış bir bar. Gösterdiği yere oturdum. Karşıma geçti. Anlamadığım ve adını dahi bilmediğim birkaç içeceği karıştırıp bardağın içine koydu.

Süslediği, sanki tüm işi buymuş gibi özenle önüme yerleştirdiği içeceğe baktım. Kokusu geliyordu burnuma. Tanrı şahidim olsun ki aynı parfümü gibi kokuyordu.

"Kim Namjoon." Oturdu, oturur oturmaz yaptığı karışımdan bir yudum aldım. Ağırdı, ağır ve boğaz yakıcı güçlü etkisi vardı. "31 yaşındayım. Sevgilimi 5 sene önce doğumda kaybettim. Kızımızı dünyaya getirirken onun narin bedeni buna pek izin vermedi."

31 yaş...

Ne diyebilirdim ki? O benden senelerce büyük bir adamken ne diyebilirim. Aramızda 10 küsür yaş varken nasıl bu kadar genç gözükebilir? Pekala, takım elbise onu deli gibi havalı ve biraz da olgun gösterse de başkasından duysam inanmazdım.

Namjoon, benim dostum diye hitap ettiğim o çocuk ne ara bu kadar büyük bir adam oldu gözümde?

"5 sene önce, 13 yaşındaydın. Busan özel  hastanesinde gördüm seni. Sırtında sarı, desenli bir çanta. Üzerinde ütülenmiş okul forman ve elinde babanın o büyük, kırışık elleri. Diğer elinde ise iştahla yaladığın çilekli lolipop. Kokusu hala daha burnumda." Önündeki kalın bardağı çalkalayıp kokladı. Gözleri kapandı, elleri titrekti. Dudakları ise içkinin gelmesini iştahla beklerken aralandı. Boğazından çıkan o boğuk sesi işittim. Soğuktu, çok soğuk.

"Annenin ölüm haberini aldıktan sonra lolipopun yere düştü. Sana yenisini almak için markete gittim. Neredeyse bir kucak dolusu, koli koli lolipop alıp ev adresine gönderdim. Nasıl öğrendiğimi sorma, zaten anlatsam da anlamazsın." Neden sevgilisinin ölümü yerine benimle ilgilendi? Neden pedofili gibi bana o yaşımda aşık oldu? Hastalıktı bu. Aklıma hastalık dışında başka bir kavram gelmedi.

Yutkunamadım. Bu koca adamdan korkmalı mıydım?

"Kızımı kucağıma aldığımda hiçbir şey düşünemedim. Zaten o da gitti, aylar sonra beşiğinde öldürüldü. İntikam istedim, aldım da. Bütün bu olanları atlatamadım. Bebeğimin mezarında deli gibi ağlarken, o yağmurlu havada korumalarınla birlikte gözüktün. Islanma diye şemsiye tutuyorlardı, ben ise o yağmurda sıçana dönmüştüm. Baba dedin o yanındaki adama. Baba, şu adama da şemsiye verelim mi? diye seslendin ta öteden. Bana şemsiye yerine senin için aldığım o lolipoplardan bir tanesini verdin. Annem cennetten benim için göndermiş dedin. "

Umutsuzca bir gülümseme döküldü dudaklarından. Gözünden akan damlayı ardı arkası kesilmeyen içkiyle kapatmaya çalıştı. Sürekli kafasına dikledi. Hikayenin başından ortasına kadar birkaç bardağı kuşkusuzca gönderdi boğazına. Soğuk olsa da, dişleri kamaşsa da durdurmadı kendisini.

"Okul formasını giydiğim günden beri amacım hep sendin. Senin mutluluğun, hayatın, ailen, arkadaşların, öğünlerin ve iyiliğindi benim favori aktivitem. Bunları düşünerek geçirdim her günümü. Seni düşünerek ve senin yanında olarak unutmaya çalıştım bebeğimi. Seni seviyorum Jimin. " Elime uzandı, alkol bardağının ıslaklığını ellerinde hissettim. Yine de rahatsız olmamış gibi davrandım. Onun acısı yeni sayılırdı.

Benim acım ise onun yanında hiçbir şeydi.

"Seni çok mutlu edeceğim, yemin ederim ki benimle çok mutlu olacaksın. Sadece ilişkimiz için bir şans tanı."

"Ben...ben bilmiyorum Bay Kim. Siz benim için oldukça büyüksünüz. Bir ilişkim var zaten, lütfen daha fazla uzatmadan görüşmeyi keselim."

Ona Bay diye hitap etmem zoruna gitmiş olacak ki yüzü asıldı. Ellerini kendisine çekerek bir bardak daha dikti kafasına. Düşüncelerini delicesine merak ettim. Bu durumlarda babam gibi olmak isterdim. Onun gibi akıl okumak...

Kafasını iki yana sallayıp itiraz eder gibi gözlerimin içine baktı. Bar masasının üzerindeki bütün her şeyi kırıp döktü. Etrafı dağıttı. Korkuyla yerimden kalktım. Zaten cebinden çıkardığı silahı bana tutması öyle bir anda gerçekleşti ki bacaklarıma kadar titredim.

Emniyetini kapattığını keskin kulaklarımla işittim. "Asla." Bağırdı. "Asla seni bırakamam." Saçmaydı bunca şey. Saçmaydı işte. En azından ilişkimize son verebilirdik. En azından Jungkook yanımda olabilirdi.

Değil işte...

O yanımda değil ve ben delicesine korkuyorum.

Bir el ateş sesi yükseldi. Kulağımı kapattım. Çığlıklarım bütün odanın duvarlarında yankılandı. Neyse ki bana gelmedi kurşun. Arkamdaki led ışık büyük bir gürültüyle patladı. Kendimi yere attım. Yüksek ses katlanamadığım onca şey arasından en kötüsüydü. Beni krize bile sokabiliyordu ki şu an onun eşiğinde çırpınıyordum. Yetmedi, daha fazla kurşun harcadı. Bütün içki şişelerini patlattı. Sırılsıklam oldu her yer. Kırmızlığın arasından gözlerim onu zar zor buldu. Dizlerime kadar uzanan içkinin kokusunu ciğerlerimde hissettim. O ise krize girdiğimi fark etmeden bir dal sigara yaktı.

Beni fark ettiğinde çok geçti. Ben çoktan krize girmiş bir halde ağlıyordum. Koşar adımlarla yanıma ilişip sigara tutan elini sırtıma doğru sardı.

"Özür dilerim." Bağırdı, onu duymadığımı düşündü. "Özür dilerim, bunu unuttum." En az benim kadar titrekti. Sanki, sanki kaybetmekten korkuyordu. Sanki bana zarar vermek onu perişan ediyordu.

"Unuttum Jimin, yalvarırım kendine gel."



Demon 'JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin