Yüreğimizi kimse canavarlaştıramasın.

317 60 194
                                    

"Güneşi ararken peşini bırakmaz ay."
-Can Ozan

***

Hayat bir trendi aslında. Bizse kendi penceremizden görebildiğimiz kadarını görüyor, bize ayrılan koltuğumuzda yaşayabildiğimiz kadar yaşayabiliyorduk. Tren patır kütür gidiyordu, bazen sarsıyordu bedenimizi. Kimi istasyonlarda kalabalıklaşıyordu çevremiz, kimisinde ise yapayalnız kalıyorduk. Monotondu, sıkıcıydı gördüklerimiz. Ağaçlar aynı ağaçlardı; sokakta gördüğümüz kedi de, yolda geçerken karşılaştığımız tanımadığımız insanlar da... Herkes kendi alemindeydi ve biz kalabalıkta kaybolmuştuk çoktan. Lakin her şeye rağmen tek bir şey renklendirebiliyordu bu sıkıcı treni : hayal. Hayalimizde bu trenin koltuklarını mora boyayıp yanımıza istediğimiz kişiyi oturtup sıkıcı penceremizi paylaşabiliyorduk. Kimi zaman koltuğumuzun üzerine çıkıp delicesine dans edebiliyorduk, kimi zamansa delicesine şarkı söyleyebiliyorduk. Gerçek değildi belki bütün bunlar lakin hayal denilen şeyin güzel yanı da buydu zaten. Uçsuz bucaksızdı ve ne kadar absürd olduğunu sadece biz bilebilirdik, sadece biz yaşayabilirdik.

Elimdeki kağıda baktım, düşüncelerime dalmaktan tek bir kelime dahi iliştirememiştim üstüne. Tuhaftı fakat bunun için kendimi kötü hissetmedim. Hayal dünyamın içinde kendi trenime Taehyung'u almış ve yanıma oturtmuştum çünkü ben. Onunla beraberken uzun ve sıkıcı yolculuğum neşelenmişti. Sıkıcı ağaçlardan farklıydı şimdi manzaram, eşsiz gözlere sahipti. Hayalimin gerçeğe dönüştüğü o gece doldu hafızama. Taehyung'un bana teşekkür edip kollarını bedenime sardığı o geceden sonra çilek kokusunun bedenime yapıştığına emindim. Zira asla o koku burnumdan gitmiyordu, kendi evimde dahi nereyi koklasam benim yaratığım kokuyordu.

"Yeni bir kurguya mı başlayacaksın?"

Jungkook'un önümdeki kağıda bakıp sorduğu soruya karşı kafamı iki yana salladım. Düşüncelerimden sıyrılmış, hayalimden çıkmış olsam da sanki hala oradaydım ve hala Taehyung'un güzel gözleri gözlerimin içine bakıyordu.

"Hayır." dedim bomboş kağıda bakarken. "Taehyung'a mektup yazacağım."

Yoongi sigarasını bıkkınlıkla üflerken kıkırdadım. Tam olarak onlardan beklediğim bir hareketti fakat umursamadım. Omuzlarımı silktim ve saatler önce doldurduğum lakin ancak fark ettiğim meyve suyumdan bir yudum aldım. Oda sıcaklığında ılıyan meyve suyunun yoğun tadı ağzımın içinde yayılırken dudaklarımı yaladım. Birazdan bana sıralanacak cümleleri biliyordum.

"Telefon denilen bir şey icat edildi, belki bilmek istersin." dedi Yoongi, alay kokan cümlesiyle. Ona hafifçe güldüm lakin Jungkook da konuşmaya başladığında bununla kalmayacağını anlamıştım.

"Hadi ama, kim artık mektup yazıyor ki? Kitap bile okumayan Taehyung'un mektubunu yırtıp atacağına kalıbımı basarım."

Jungkook'a gözlerimi devirip derin bir nefes verdim. "Telefondan attığınız mesajlar kokuyor mu?" diye karşılık verdim onlara, hafif azarlayan bir ses tonu ile. "Telefondan attığınız mesajlarda el yazınız için ne kadar özen gösterdiğiniz belli oluyor mu? Sizden bir parça barındırıyor mu? Taehyung'un numarasını almadım çünkü onunla mesajlaşmak yerine gözlerinin içine bakıp sohbet etmek istiyorum. Sanal olan hiçbir şey istemiyorum çocuklar, üzgünüm. Teknoloji çağına uymuyorum sanırım."

Yoongi ve Jungkook teslim oluyormuşçasına ellerini kaldırdıklarında kıkırdadım. O kadar tatlılardı ki, onlara kızamıyordum bile. Hoş, Taehyung ile geçirdiğimiz o anlamlı günden sonra hiçbir şeye kızamıyordum ki. Hala ellerim titriyordu düşündükçe, heyecanla yürüyordum evin içinde. Üç yıl önce, yaratığını ilk kez bir alışveriş merkezinde gören Seokjin'e bunları anlattığımı düşündüm, bu çılgıncaydı. O zamanlardaki ben, kitabımın finalini kitabımın ve yüreğimin ana karakterine okuyacağımı asla bilemez, asla düşünemezdi.

SON MEKTUP -TAEJIN-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin