15 Eylül 2015
Terli ellerimi üzerime silerek okul kapısından içeri ilk adımımı attım. Her zaman bir köşede saklamayı tercih etmiştim, her zaman bir köşede saklanmıştım. Şimdi ise kendimden yeni bir ben çıkarmak istiyor gibiydim adeta, gözlerimi yere indirmeden yürüyerek atmıştım ileride kocaman bir ağaç olacak o ilk, minik tohumu.
Bahçe fazla kalabalıktı, her çeşit insan vardı ve hepsi de ne çeşit insanlar olduklarını belli ediyorlardı. Bir kenarda şaşkınlıkla etrafı inceleyenler yeni gelmişlerdi mesela. Kıyafetleri fazlasıyla düzgündü ama onları bozarak üst dönemkilere benzetmeleri için yalnızca birkaç haftaya ihtiyacı vardı büyük çoğunun.
Üst dönemlerin kıyafetleri ise neredeyse serbestti. Hepsi değişik yerlerde gruplar halinde toplanmışlardı, kimleri yeni gelen öğrencilerden güzel ve çirkinleri seçiyor; kimileri ise sadece burada uzun süredir olanların kendileri olduğunu göstermeye çalışıyorlardı ki bunu neden yaparlar hiç anlamazdım.
Bahçeye girdikten ve gölge bir yer bulduktan sonra orada durarak etrafa bakmaktan başka yapacağım bir şey yoktu. Beni ne gibi maceraların beklediğini düşünüyordum, o sırada bu okulun içine işleyen büyük örümcek ağından habersiz.
İleride aralarında bir şeyler konuşarak beni süzen 4 kişi dikkatimi çekiyordu. Eskiden beri sorun çıkmaması adına 'görmemiş gibi yapma' özelliğimi devreye soksam bile, işe yaramıyordu. Başta bana bakmıyorlardır diyerek yerimi değiştirdiğimde, 8 göz de beni takip etmişti. Zaten her şeyden korkan ben, daha okulun ilk gününden başıma bela almış olduğum düşüncesiyle neredeyse titreyecektim.
Sonunda aralarından kahverengi saçlı sevimli biri yanıma gelerek selam verdiğinde niyetlerinin dostça olduğunu düşünmüştüm
Ama burada dostça olan tek şey benim bu düşüncelerimdi.
"Merhaba, tanışmak istedim." dedi kalın sesiyle adının Felix olduğunu öğrendiğim kişi. Selamına karşılık verdim çünkü aksini yapmam uygun olmazdı. Kendimi tanıttıktan sonra, öğle yemeğini onlarla yemem için benden söz aldı.
Daha okula bile girmemiştik. Bu ne hızdı böyle?
İşte şimdi rahat bir şekilde onları inceleme fırsatım olmuştu. Felix kahve saçları ve sevimli gülüşüyle aralarında parlıyordu bana göre. Onun epey yakın göründüğü sarışın bir çocuk vardı. İkisi hallerinden epey mutlu görünmelerine rağmen diğer ikisinin canı sıkkın gibiydi. Canı sıkkınlardan biri siyah saçlı ve ne kadar uzaklarında oturmuş olursam olayım gözüme çarpacak biriydi. İyi bir görünüşü vardı, boyu uzundu ve burada bir tek benim dikkatimi çekmediğinden emindim.
Diğeri ise yaklaşık benim boyumdaydı. Saçları doğal renginde olmalıydı çünkü tam bir kahverengiydi, herkeste olan bir kahverengi. Çok iyi bir yüzü yoktu ancak bana diğerinden daha çekici gelmişti. Her ne olursa olsun onlarla yemek yemek için içimde zerre heyecan yoktu çünkü insanlarla vakit geçirmek pek de sevdiğim aktivitelerden değildi.
Sonunda okulun kapısı açıldığında, sınıfımı girişe asılan listelerde ismimi arayarak buldum. Sırada sınıfın nerede olduğunu bulmak vardı ki yön duygum da berbattı.
İlkokula başladığım zaman, koridorda kaybolmuş ve ağlatarak defalarca sınıfımın önünden geçmeme rağmen görememiştim. Kaybolmuş olmayı gururuma yediremediğimden, hiç kimseye de yerini soramamıştım ki bu da koca bir dersi ağlayarak koridorda geçirmeme sebep olmuştu. Teneffüste bizim sınıfta olduğunu bildiğim birini görerek takip etmiştim ve hedefime ulaşmıştım.
Tabii bunun üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmişti. Artık bir sınıfı bulamamanın gurur meselesi haline getirilmemesi gerektiğini bildiğimden, kendim aramadan birine sorarak sınıfımın yerine öğrendim ve bunu ilkokulda da yapmış olmayı dileyerek içeri girdim.
Sınıfta olan 4 kişinin gözleri kapıdan giren bana dikildiğinde başımla küçük bir selam vererek boş bir sıraya oturdum. Yan masadaki esmer çocuk sıcak bir şekilde gülümseyerek elini uzattı "Changbin ben." dedi ardından. Ben de kendimi kısaca tanıttım, hoca gelene kadar bana ortaokul anılarını anlattı.
Zaten hep böyle olmaz mıydı?
Aslında Changbin bu hikayenin çok küçük ama değerli bir parçasını oluşturuyor. Tanışmamızın, bu çatı katında kendimi atmak üzere olmamla ilgisi pek yok ancak bana haber vermeden gidişinin var. O kısma gelmemize henüz olmasına rağmen nedense araya girmek istedim. Şimdi uzatmamı istemeyen okurlarımız ve bu çatıdan kendimi atmak için güvenlik görevlisi gelene kadar vaktim olduğu için aradaki sıkıcı kısımları atlayarak hikayemize öğle yemeğinden devam edeceğim.
Şimdi baktığım zaman, aptallığıma anlam veremiyorum. Sanki o zamanki Minho'yu tanımıyor gibiyim. Böyle düşünmemin sebebi gözlerimin artık açık olması olmalı. O zamanki hiçbir şey bilmeyen, iyi kalpli ve her ne kadar sosyal anlamda sıkıntılar yaşasa da yaşamaya dair umutları olan Minho; kötü şeyleri düşünmemiş ve büyük resmi görememiş olmalı.
Her neyse.
Kafeteryaya indiğim an Felix -evet adıyla sesleneceğim- bana el sallayarak belki unutmuşumdur diye onlarla yemek yeme sözümü hatırlattı.
Unutup kafeteryaya hiç inmemiş olsaydım, yine de beni pençelerine alabilirler miydi?
Kafeteryadaki en güzel masayı kapmışlardı. Her yer net bir şekilde görünüyordu, yanlarına gittiğimde daha oturmadan Felix beni herkesle tanıştırdı.
Sabahki betimlemelerimle kişileri eşleştirsem sanırım anlamak sizin için kolaylaşacaktır.
Felix'e yakın ve çok neşeli olan sarışının adı Chan'dı. Felix ile ne olduklarını o zaman çözememiştim, şu an sorsanız yine çözemediğimi söylerim. Zamanla anlattıklarımdan yola çıkarak siz karar verin.
Diğer 2 mutsuzdan herkesin ilgilisini çekebilecek kadar yakışıklı olan Hyunjin'di. Geldiğimde sessiz bir merhaba dışında hiçbir şey söylemedi, yalnızca diğer mutsuz ile konuşuyor. Yani Jisung ile.
Jisung'un uzaktan çekici geldiğini söylemiştim ya, yakından daha da çekici geldiğini söylemeden edemem. Daha önce erkeklerle çıkmıştım, ondan daha yakışıklı ya da daha iyi vücutlara sahip olanlarla... Ama ona karşı hissettiğim bu bedensel çekimi başka birine karşı hissettiğimi hatırlamıyorum. Hissettiysem de beynim Jisung'unkinin yanında onu silmeyi tercih etmiş. Ve onun tercihine saygı duyuyorum.
Yemeğimi almak için büfeye doğru ilerlerleyecekken Chan beni durdurarak 'yeni gelene özel olarak, yemeğin kendisinden olduğunu' söyledi ve ne istediğimi sordu. Şu an ne istediğimi gerçekten hatırlamıyorum, bu da önemli bir ayrıntı değil zaten. Bir şey aldı ben de yedim. Teşekkür ettim, geçti.
Masada Felix ve Chan fazlasıyla konuşkandılar ve sanki onların paralel evrendeki varlıkları gibi Hyunjin ve Jisung ise çok sessiz. Arada Jisung'un ailesinin varlıklı olduklarından bahsettiler, Hyunjin de masada yalnızca bir kez ona ketçabı uzattığımda teşekkür etti.
"Bundan sonra hep bizimle takılıyorsun ona göre." dedi Felix ardından ekledi "Şu sizin sınıfta Changbin varmış, onu da kestirdim gözüme."
Chan bu sırada kolunu masanın altından Felix'in bacağının üzerine koymuş, elini yukarılara götürüyordu. Bu durum kimseyi rahatsız etmiyordu, kimse de önemsiyor gibi durmuyordu. Bir süre sonra Jisung ilk kez söze girerek, "Changbin büfe sırasında, isterseniz beraber gidin." demişti ikisine. İkisi de pek düşünmeden gitmişlerdi nedense. Onlar gider gitmez Jisung bana dönerek gayet soğuk ve sert bir şekilde "Bizimle uğraşma, dolaşma da. Onlar seni aramıza katmak istiyor olabilir ama ben istemiyorum." demişti. Hyunjin de başını sallayarak onu onaylıyordu. Bunu neden yaptıklarını anlamamıştım, beni sevmediklerini düşünmüştüm. Şu an anlasam da hikayemin heyecanı kaçmasın diye size söylemiyorum. Aynı zamanda keşke anlamamış olarak kalsaydım diyorum içimden...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
listen before i go ¬¬ minsung
FanfictionSanırım ölmeden yani kendimi bu çatı katından atmadan önce, herkes gibi olan birinin -yani benim- başından geçen bu trajik hikayeyi anlatmam gerekiyor. Belki biri, diğer insanların ellerinde yitip giden yaşamımın intikamını alır. Belki yaşadıklarımd...