28 Aralık 2015
Hikayemiz ilgiçleşmeye başlıyor. Uzatmamak adına önemli olmayan zaman dilimlerini atlıyorum ama umarım bu can sıkıcı bir hal almıyordur. Neyse, devam edebiliriz.
Bir gün okula geldiğimde Chan tarafından kenara çekilmiştim. Söylediği şeyler mantıksızdı, onları anlamam için bir şeyler bilmem gerekiyordu. Chan ilk kez Felix olmadan benimle konuşuyordu. Ne dediğini tamı tamına hatırlayamasam da neyimin korumaya değer olduğunu sorduğunu hatırlıyorum, bu okuldan gitmemin en iyisi olacağını yoksa başıma gelenlerden kendisinin sorumlu olmayacağını ve konuştuklarımızın aramızda kalmasını söylediğini.
Chan tarafından kenarlara çekilerek tehditkar bir sesle cümleler dinlemek beni korkutmuştu. Bu okuldan nefret ediyordum, gelmek içimden gelmiyordu. Jisung ile ara sıra evime kadar yürüyorduk, okula gelmenin tek güzel yanı da buydu. Ama ne yazık ki sık olmuyorlardı
O gün okulun çıkışında, Jisung yine yürümek istedi, ben o sırada tuvalette ağlamakla meşgul olduğum için reddetmek zorunda kaldım. Tahmin edebileceğiniz üzere kapıya geldi, ne olduğunu sordu. Cevap vermedim, ne diyebilirdim ki? "Ah Jisung, Felix ve Chan'ın bakışlarından kurtulamıyordum bir de üstüne bugün tehdit ettiler." Bu hikayedeki konumumu anlamıyordum bile.
"Çık hadi, herkes okuldan çıktı. Kimse ağlak suratını göremez, eve gidelim." dedi. Eve gitmek... Bunu öyle bir şekilde söylemişti ki sanki dışarı çıktığımda ellerimden tutup beni tamamen huzur bulacağım bir yere götürecekti.
Burnumu çekerek kapının kilidini açtığımda duvara yaslanmış beni bekliyordu, gözleri endişeliydi. "Duvar çok kirli, yaslanma." demiştim ben de salak gibi. Tabii yüzümün ve gözlerimin kıpkırmızı olduğunu unutmayalım.
Ben bunu dedikten sonra yüzünde şefkat dolu bir ifade oluşmuştu. Ellerimi ve yüzümü yıkarken aynanın yansımasından bana bakıyordu. "Ne olduğunu anlatmayacak mısın?" diye sordu ve ben de başımı hayır anlamında sallamakla yetindim. Jisung'un bir sürü yükün altında kalmış omuzlarına bir yenisini daha eklemediğim için şimdi çok iyi hissediyorum kendimi.
Okuldan sakince çıktık, hiç konuşmadan yürüdük ama yolun ortasında Jisung'un sağ elime kilitlenen sol eli heyecandan titrememe sebep oldu. Elimi sıkıca sardım onunkine, bırakmayacakmış gibi sardım,içimden bırakmayacağıma dair kendime sözler verdim.
Üzgünüm Jisung. Ellerini tutmayı unuttuğum ve seni tüm bu karanlıkla mücadelende bir başına bıraktığım için. Belki elini bırakmasaydım, kazanmak için bir şansımız olabilirdi.
Kapıya geldiğimizde durduk ama ellerimiz hala bitişikti. İçeri girmeden önce onu kendime çekerek dudağına dudaklarımı bastırdım, o ise beni öptü. Bakın öpen ben değildim, ben yalnızca dudaklarımızı birleştirdim yani ben başlasam da devamını o getirdi ve etrafımızdaki tüm kötü gürültüyü beraber susturduk bir an. Jisung'un 'bu yanlış' diye mırıldandığını hatırlıyorum. Yanlış olanın biz olduğunu düşündüğünü düşünmüştüm. Şimdi bu hikayeyi anlatırken defalarca fark ettiğim bir şey de benim onu hiçbir zaman anlamadığım gerçeği. Bu gerçek gerçekten canımı çok yakıyor. Halbuki ne çok anlatmış kendini bana, her şeyi defalarca yüzüme haykırmış ama ben her seferinde kulaklarımı tıkayıp yalnızca yüzünü izlemişim. Kendimi kurban durumuna sokup onu katilim ilan etmişim ama kalbinde bıçak yarası olan oymuş ve bıçak da benim ellerimdeymiş. Ya da Felix ve Chan'ın... Evet, böyle bir durum için onları suçlamak çok daha adaletli olacak.
Jisung gidiyor, bu yanlış dedikten hemen sonra gidiyor. Yorgun bedenimi alıp içeri taşımak çok zor geliyor bana ama başka çarem olmadığı için taşıyorum. Odama kapanarak akşama kadar ağlıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
listen before i go ¬¬ minsung
FanficSanırım ölmeden yani kendimi bu çatı katından atmadan önce, herkes gibi olan birinin -yani benim- başından geçen bu trajik hikayeyi anlatmam gerekiyor. Belki biri, diğer insanların ellerinde yitip giden yaşamımın intikamını alır. Belki yaşadıklarımd...