Yoon Jeonghan sabah uyandığında güne iyi başlamak istemişti. Sakin aydınlık dairesinde huzurunu bozan tek şey saçma zil sesiydi. Hayır hayır, telefonunun zil sesiydi. Yastığının dibindeki telefon susmasını dört gözle beklerken tekrar ötmeye başlıyordu.
Uykunun verdiği sinir ile telefonu eline aldığında dışarıda öten siren sesleri bugünün onun için yoğun geçeceğini gösteriyordu. Arayan meslektaşı Mingyu idi.
“Bu saatte ne bok yemeye haber yapmaya gideceğim acaba!”
Normalde olsa meslektaşı buna kahkaha atar ve ona gideceği olayı anlatırdı. Bu sefer öyle olmadı. Evinin yakınlarında bir olay olduğunu anlamaması imkansızdı ancak bu olayın ciddiyeti meslektaşının dudaklarından döküldü.
“Bir ceset daha bulmuşlar. Sanırım yine o yapmış. Gündeme düşmeden gidip haber yapman lazım yoksa şef bu sefer geç kaldığın için seni affetmez.”
Siktir! Bu işte bu saatte kalkıp bok yiyemeyeceği kadar önemli bir sabahtı. Ona dört kolla sarılan uyku aldığı haber ile yok olmuştu. Jeonghan acele etmesi gerektiğini biliyordu.
“Adresi mesajla!”
Yakınlarda bir yerde olduğuna şükrederek aceleyle çıktı evden. Zira bir kez daha geç kalırsa şef onu kovabilirdi. Hayır, kesinlikle kovardı çünkü bu çok büyük bir haberdi. Tüm ülkenin uzun süredir peşinde olduğu bir seri katilin haberiydi.
Üç aydır ortalıklarda yoktu ve şimdi tekrar döndüğü söyleniyordu. Hem de iki sokak ötesinde! Umarım normal bir cinayet değil de o olurdu ve Jeonghan şefin gözünde hatalarını bir nebze silebilirdi.
“Tanrım! Eğer oysa haftasonu kiliseye
gideceğim.”Olay yerine vardığında çoktan etrafı çeviren polisler kimsenin yaklaşmasına izin vermiyordu. Evden çıkarken yanına aldığı fotoğraf makinesini çantasından çıkardı ve açtı. Polis şeridinin kenarına geldiğinde ise tıpkı öncekiler gibi olan ölü bedene baktı. Evet bu kesinlikle oydu.
Hiçbir yerinde zarar olmayan beden üzerinde şık kıyafetiyle sanki her an ayaklanacak gibiydi. Onu ele veren şey bembeyaz teniydi. Mora dönmüş dudakları ile uzun süredir burada olduğu belliydi.
İncelerken birkaç fotoğraf çekmeyi unutmadı. Polislerin dikkatini çekmemek için kalabalık arasında flaşsız çektiği fotoğrafların bulunduğu hafıza kartını özel olarak aldığı kablo ile telefonuna aktardı ve hepsini ofise gönderdi. Buna atacağı mesaj kısa ve özdü. Gerisini meslektaşının halledeceğini biliyordu.
“Scoups üç ay sonra yeni cesediyle geri döndü.”
Ölü beden diğerler kurbanlar gibi düzgün bir pozisyonda yatırılmış ve etrafı tamamen çiçeklerle kaplıydı. Bir cinayetten çok uğurlama törenini andırıyordu. Tüm bunları kimse görmeden nasıl yapıyordu.
Etrafa bakındığında dar bir sokak olması ve etrafta kamera olmaması burayı seçmesi için harika bir yer olduğunu gösteriyordu. Mora dönmüş dudakları geceden beri burada olduğubu söylüyordu.
Ah dün gece tam da buralarda bir markete uğramıştı halbuki! Belki de hiç farketmeden yanında geçmişti. Kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Karnına üzerine düzgünce yerleştirilmiş elleri arasındaki gül ve üzerinde ki haber küpürünü gördü.
Savcı gelmediği için hiçbir şeyi elleyemediklerini biliyordu. Cesetlerin üzerinde hep aynı yazı olurdu. Scoups hep aynı yazıyı bırakıyordu.
Ben Scoups, lütfen onu güzel hatırlayın.
Hayatında hiç böyle bir katil vakası görmemişti. Beş yıla yakındır bu işi yapıyordu, yazmadığı olay, girmediği olay yeri kalmamıştı ancak bu çok farklıydı. Scoups birilerini öldürüyor ve onlar için çiçeklerle dolu bir uğurlama yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fallin' Flower | Jeongcheol
FanfictionJeonghan pek de başarılı götüremediği gazeticilik hayatında en büyük derdi şeften azar yememektir. Ta ki bir seri katilden not alana kadar...