onbir

874 117 45
                                    

Jeonghan uyandığında odada kimse yoktu. Bir an gitmiş olabileceğinden endişelenerek dışarıya çıkmak ve onu aramak istedi ama bunu yapabilmesi imkansızdı. Odadan dışarı çıkması her şeyi tehlikeye atmak olabilirdi. Yapamazdı. Üzerini değiştirdi ve odadanın penceresinden dışarıya bakındı.

O kadar güzel bir manzarası vardı ki buraya tatil yapmak için gelmiş olmayı diledi. Normal hayatında bu odaya verebilecek parası olmadığını hatırlaması dileğinin içine etmişti.

Odanın kapısı açıldığında başta irkilse de içeri giren maskeli Seungcheol içini rahatlattı. Onu gördüğü an aklına şimşek gibi çakan dün geceden anlar bir anlık afallattı. Unutacağına dair kendine söz vermişti halbuki. Pencereye döndü yüzündeki telaşı belli etmemek istercesine.

“Yiyecek bir şeyler getirdim.”

Sade ve tok bir sesti. Tüm duygularından arınmış bir sesti. Jeonghan da böyle yapabilmeyi isterdi. Tüm duygularından arınmış olmayı. Pencereden ayrılıp dikkatini direkt yiyeceklere verdi.

“Acıkmıştım bende.”

Sakince yiyip içip görüntü ve teması en aza indirdiler. Birbirlerini görmemezlikten geliyorlardı. Koca odada günlerini birbirlerinden uzakta geçirmekte zorlanmadılar. Bulduğu not defteri ve kalemi alıp bir şeyler karalamaya başladı. Bundan başka bir uğraş bulamamıştı kendine.

Akşamüzeri geldiğinde hazırlandılar. Jeonghan yüzünü maskeyle kapatıp kafasına maskesini yerleştirdiğinde Seungcheol odaya koyacakları kamera ile uğraşıyordu.

Jihoon’dan bekledikleri çağrı geldiğinde odadan çıkıp onların odası başında belirdiler. Jeonghan etrafı gözetlerken Seungcheol’un iki küçük demir çubukla kapıyı açması çok kısa sürdü. İçeri girdiklerinde kalbi ağzında atıyordu. Çok gergindi.

“Telefona git. Ben kamerayı yerleştireceğim.”

Masa başında duran otelin kendi telefonunu buldu ve acil çağrı kodunu çevirdi. Gerginlikten nefesi kesiliyordu. Hat düştüğünde yardımcı olmak isteyen adamın sesini duydu.

“Dedektif Kang! Sanglar, onlar beni öldürecekler!”

Telefonu kapattı hemen. Bunun kısa sürede işe yarayacağını biliyordu. Seungcheol elindeki iki minik kameralardan birini havalandırma girişine diğerini de geniş perdenin dibine sıkıştırdığında buradaki işlerinin bittiğini biliyordu.

Bu kadar basit olmasını hiç beklemiyordu. Hiç pürüz olmadan bitmesi tuhaftı. Odadan çıktıklarında Seungcheol durdu ve onlara odalarının kartını verdi.

“Sen odaya dön. Ben kutlamayı kontrol edeceğim.”

Onların dibine gidecekti. Her şeyi sıkıntısız halletmişken ne gerek vardı buna. Neden tehlikeye atıyordu kendini.

“Gitme, toparlanıp çıkalım buradan.”

Dediğini dinlemedi. Jeonghan onunla birlikte gitmek istedi başta ancak dedektiflere öyle bir çağrı bıraktıktan sonra daha fazla ortalıkta dolanamazdı. Korka korka gidişini seyretti onun. Odasının kapısına vardığında aklı halen ondaydı. Başına bir şey geleceğinden korkuyordu. İçeri girip kapıyı kapattı ve maskesini yüzünden çıkardı.

Biraz daha ilerlediğinde odasındaki iki kişiyi fark etti. Maskelilerdi. Jeonghan’ın tanıdığı siyah demirden geniş maskelerdi bunlar. Buradaydılar. Onun tam karşısındaydılar. İkisi de dönmüş ona bakarken nefesini tuttu. Bu kadar basit olmasından anlaması mı gerekiyordu emin değildi.

Onu öldürmek isteyen adamlarla karşı karşıyaydı.

Ölecekti. Seungcheol’u son kez göremeden ölecekti. Mingyu’ya son kez kızamadan ölecekti. Minghao’ya teşekkür edemeden ölecekti. Şef son kez onu azarlamayacaktı. Sıradaki kurban kendisi olacaktı. Seungcheol onun bedenini çiçeklerle süsleyecekti.

Fallin' Flower | JeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin