Choi Seungcheol kutlama salonunda göremediği yöneticiden sonra onun için endişelenen Jeonghan’ı daha fazla merakta bırakmamak adına odaya dönmeye karar verdi.
Sangların çoktan yöneticiyi götürdüğünü düşünüyordu ve haberi aldıktan sonra odada bıraktığı telefonunun üzerinde olmadığına pişmandı. Üzerine almış olsaydı eğer Jihoon’dan yöneticinin yerini sorabilirdi.
Kameraları rahatlıkla takip edebildiğini biliyordu ve telefonu üzerinde olsaydı bu gerçekten işe yaramış olacaktı. Odaya döndüğünde kartı verdiği için bir iki kere vurup açmasını bekledi. Ne kadar beklese de beklesin o kapı açılmadı. Tekrar daha güçlü vurduğunda içine çoktan endişe tohumları ekilmişti.
“Jeonghan benim.”
Kafasını kaldırıp en yakın kameraya bakındı ve el salladı. Jihoon’dan işaret bekliyordu ve beklediği işaret içerideki çalan telefon olduğunda işlerin boka sardığını anladı.
Sangların kapısını açmak için kullandığı uzun ince çubuklarla kendi odasının kapısını saniyeler içinde açtı.
“Jeonghan!”
İçeride yoktu, balkonda ve banyoda da yoktu. Bir şey olmuştu. Kesinlikle kötü bir şey olmuştu. Telefonu eline aldığında masanın kenarındaki bileklik ile notu gördü. Küçük beyaz kağıtta sadece iki kelime vardı ancak bu kanını dondurmaya yeterdi.
Çiçeklerini hazırla.
Bunlar onlardı. Jeonghan’ı götürmüşlerdi. Cheol bunu hiç beklememişti. Böyle olacağını aklının ucundan hiç geçirmemişti. Telefonu bir kez daha öttü. Onu defalarca aramış Jihoon’un aramasına nihayet cevap vermişti.
“Siktiğimin telefonu neden yanında değildi!”
Odaya gireceklerine dair işareti aldıktan sonra üzerine almamıştı. Hata etmişti. Çok büyük bir aptallık etmişti. Eğer telefonu üzerinde olsaydı Jihoon onu çok önceden uyarabilirdi. Böyle olabileceğini hiç düşünmemişti.
“Jeonghan yok!”
Sangların ne kadar kurnaz olduklarını unutmuş ve bu en büyük hatası olmuştu. Onlara tuzak kurarken bir taşla iki kuş vurmalarını sağlamıştı.
“Biliyorum! İki maskeli adam Jeonghan’ı alıp gittiler.”
Onların odasına gitti koşa koşa. Tereddüt etmedi, korkmadı. Artık ne açığa çıkacaksa çıksın yeter ki Jeonghan yaşasın istiyordu. Girdiği oda bomboştu. Ancak onlardan sonra buraya geldiğini etraftaki eşyaların toplandığından anladı. Yerleştirdiği kameraları geri aldı ve oteli terk etti.
Soonyoung’un deposuna geldiğinde neler olduğunu anlamaya ihtiyacı vardı. Onu kurtarmalıydı. Ne olursa olsun onu kurtarmalıydı. Birçok hata etmişti ve bunun bedeli olarak Jeonghan artık onun ellerindeydi.
Bu kötüydü. Hem de çok kötüydü. Onların kızgınlığını biliyordu. Neyle karşı karşıya olduğunu çok iyi biliyordu.
Jihoon önce ona otel görüntülerini gösterdi ona. Jeonghan tek başına odaya dönüyor birkaç dakika sonra onların omzunda taşınıyordu. Baygındı. Oda içine yerleştirdikleri görüntüleri açtı. Maskelerini açtıklarını görünce ellerinde aslında altın değerinde bir kayıt vardı.
Yüzleri apaçık gözüküyordu ve Jeonghan’ın ufak bedenini kocaman bir valize yerleştirip çıkıyorlardı. Yanında ikiliyle birlikte görüntüleri izleyen Soonyoung ilk tepki verendi.
“Bu sıçtığımızın resmidir!”
Birkaç saati nasıl kurtaracağını düşünerek dört döndü. Jihoon işe yarayacak başka bir şey olabileceğine inanarak her şeyi kurcalıyordu. Elinde gerçekten işe yarayacak bir görüntü vardı. Bunu şantaj olarak kullanabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fallin' Flower | Jeongcheol
FanfictionJeonghan pek de başarılı götüremediği gazeticilik hayatında en büyük derdi şeften azar yememektir. Ta ki bir seri katilden not alana kadar...