Günlerdir gözünün üzerinde olan siyah bez şeyle bütünleşmiş hissediyordu kendini Jeonghan. Son birkaç günü uyanık olduğu süreler boyunca hep karanlıktaydı.
Seungcheol ile odanın başında ayrıldıklarından sonra zamanının çoğu karanlık bir bez altında geçmişti. Son hatırladığı şey onun yüzü ve telefondaki sesiydi.
Jeonghan’ı artık bayıltmak için bir zahmete bile girmiyorlardı. Kaçırıldığından beri bir iki defe su içebilme şansı olmuştu ancak tek lokma ulaşmamıştı karnına.
Debelenmekten, bağırmaktan ve ağrılarından yorulmuştu. Hali yoktu. Bagajdan tekrar kendini saçma bir sandalyede bulduğunda bu işin sandığından uzun süreceğini anladı. Oysa bir ara gerçekten kurtulacağına inanmıştı. Artık kafasını dik tutabileceğine bile inanmıyordu.
İki kez sıkı dayak yemişti. Aralarında bir tanesi gerçekten ondan nefret ediyor ve öldürmek için can atıyordu. Sinirlendiği zaman acısını şiddetle çözdüğünü kendi bedeninde tatmıştı.
Ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Hem de bir avuç dolusu ilaca ihtiyacı vardı. Dayanamıyordu. Defalarca sandalye ile yere yığılmaktan yorulmuştu. İyi ya da kötü bir şeyler olmasını istiyordu.
Bitsin bu işkence istiyordu.
Yine de karşısındaki bu adamlara istediklerini
vermemekte kararlı gözükmek için uğraşıyordu. Dışarıdan öyle olabilirdi ancak içten içte çoktan tükenmişti. Yöneticinin işini çoktan bitirdiklerini duymuştu.Ondan çoktan kurtulmuşlardı ancak Jeonghan yaşaması gerekiyordu. Onu öldüremiyorlar sinirlerini hırpalayarak çıkarıyorlardı. Buna daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.
Son zamanlarda alışık olduğu sessizliğe bu sefer tuhaf bir gürültü karıştı. Kafasını kaldırıp sese yoğunlaşabilecek hali bile yoktu. Bir şeylerin yanlış gittiği belliydi. Onlar için yanlış giden bir şey kendisinin işine yarayabileceğini biliyordu.
Seungcheol’un onun için geldiğini düşünmek istedi. Bilinçaltının semalarına ulaşmasına çok ince bir çizgi varken böyle bir düşüncenin doğruluğundan emin değildi. Jeonghan bu düşüncenin gerçek mi yoksa bu halde olmasından dolayı aklının oyunu mu karar veremedi. Bulunduğu odanın kapısını sert bir şekilde açıldığını duyduğunda kulaklarında Cheol’ün sesinin yankılandığına yemin edebilirdi.
“Hepsi senin yüzünden! Geber!”
Hayal ettiğinin ötesinde alışık olduğu o lanet sesi duymasının ardından metal ince bir klik sesi çıkardı. Günlerce gözlerinin bağlı olmasından dolayı duyu güdüsü keskinleşmiş olmasına rağmen yediği dayaklar ve şişlikler yüzünden kafasının arkasında hissettiği uğultu onun duymasını da bulanıklaştırıyordu.
Klik sesinin ardından göğsünde şiddetli bir sancı saplandı. O kadar güçlü bir sancıydı ki bir şey sanki göğsünün ortasından delip geçmişti. Sancının şiddetiyle geriye atılan bedeni sandalyenin arkasında bağlı olan ellerinin üzerine düştü. Acıdan şişen bedeni ile her yerinin uyuştuğunu ve daha fazla dayak yerse acıyı hissetmeyeceğini düşünürdü.
Jeonghan için şu anki acı tarif edilemezdi.
Düştüğü yerde soluğu kesildi. Ne olduğunu anlayamıyordu. Odaya girmeden giden ayak sesleri zaman geçtikçe uzaklaşıyor bir yerden sonra tamamen yok oluyordu. Ayak seslerinin hızla kaybolması gibi göğsündeki sancı dalga dalga şiddetlenerek yayılıyordu.Sandalye ile birlikte düşmek berbat bir şeydi ve Jeonghan’ın vurulduğunu anlaması için acının iyice zihnini açması gerekti.
Soluğu kesilmeye başladı. Sanki göğsüne saplanan şey büyümüş ve bütün organlarını durdurmuştu. Öksürmeye çalıştı. Canının yanacağını bile bile bacaklarını yana düşürmek için çabaladı. Sol tarafına bağlı olduğu sandalyeyle birlikte düştüğünde bedeninin altında ezilen elleri ve kolları rahatladı. Bu birazcık olsun işe yaramış gibi bir iki soluk daha alabildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fallin' Flower | Jeongcheol
FanfictionJeonghan pek de başarılı götüremediği gazeticilik hayatında en büyük derdi şeften azar yememektir. Ta ki bir seri katilden not alana kadar...