Leya;
Erayvaz Ailesi. Benim gerçek ailem. Beni her zaman gerçek ailemden daha çok sevmişlerdi. Oğullarından ayırmamışlardı, beni. Zamanın dışında, süzülüyordum. Uzun zamandır, ne kabus ne başka bir şey vardı. Unutmuş gibiydim, hayatıma devam ediyordum. Müdür Bey, o zarfı elime verene kadar.
İçimde bir çocuk var, o zarfı isteyen, o adrese gitmek isteyen. Tabii ki gitmeyecektim.
Sokakta yürüyordum, sanki tek başıma gibiydim. Benim dışımda kimse yoktu, tek nefes alan bendim. Kafam karışıktı. Ben karışıktım. Hayatım karmakarışıktı.
Bütün zayıflıklarım ve başıma bela, bu canavarlar. Beni boğmadan, onları ben yok etmeliyim.
Yağız'ın evine gidiyordum. Ne kadar onu sevmesem de çevirdiği işleri görmeye ihtiyacım vardı. Sadece benimle ve arkadaşlarımla uğraşmanın küçük bir bedeliydi, bu.
Donuk bakışlarım, sol tarafımdaki dışı cam olan kafeyi bulduğunda kendime baktım. Ne zamandır beri küstüm, aynalara? Çökmüş gibiydim.
Tuana'ya ne olduğunu düşünmeye vaktim olamamıştı bile. İki gündür onu görmüyordum. O gün okuldan gittikten sonra Esat, Ülkü ve Yağız biraz telaşlılardı, özellikle de Ülkü. Nedenini bilmiyordum. Çağan kimdi, onu da bilmiyorum. Ama öğrenecektim.
Ara sokaktan geçip caddeye çıktım. İlerideki Yağız'ın evi, pardon malikanesi (!) gözüme çarptığında, adımlarımı hızlandırdım.
Zili çaldım. Bir yardımcı bekliyordum. Ama kapıyı Yağız açtı. Saçı başı dağınık şekilde karşımdaydı. Elinde telefonu, az önce bir telefon görüşmesinden çıktığını belli ediyordu. Sinirli gibiydi, kaşları hafif çatıktı. "Selam, gıcık kız." dedi. Elimdeki kitabı düzelttim ve omuz atarak içeri girdim. "Anlatacağım ve gideceğim. Ben senin arkadaşın değilim." Eve girdiğimde, evin büyüklüğü ağzımı açık bıraktı. Ben bu evde kaybolurdum. Ev, benim yetimhanem kadardı.
Durdum ve Yağız'ın gelmesini bekledim. Yağız, yanımdan geçip gittiğinde peşine takıldım. Geniş, kıvrımlı merdivenler... Allah'ım, burası tam bir şatoydu.
Alt kata indik.
Sanırım burası, Yağız'ın odası gibi bir şeydi. Oda, yetimhanede altı kişi kalınan, iki odanın birleşimi kadar büyüktü. Ne hayatlar vardı... Ben ise öylece sürünüyordum.
"Otur," dedi kocaman masadaki sandalyeyi çekerken. Onun çektiği sandalyeye değil, diğer sandalyeyi çekip oturdum ve kitapları masaya koydum. "Sen otur."
Çektiği sandalyeye oturdu. Kitapları açtığım gibi onun beni dinleyip dinlemediğine bakmadan başladım.
Birkaç dakikadır hiç susmadan anlatıyordum. Ders Tarih olduğu için çok fazla konuşmam gerekiyordu. Saçlarım önüme geliyordu, ben üfleyip duruyordum. Ta ki, Yağız'ın eliyle saçımı kulağımın arkasına attığında ona döndüm. Dibime kadar girmişti. Hemen geri çekildim.
"Yavaş!"
"Ne be? Ders mi anlatıyorsun, üfleme mi yapıyorsun? Üfleme diye yaptım."
Kaşlarımı çattım. "Sana ne! Sen dersine baksana." Gözlerini devirdi ve sinirle kitabın kapağını kapatıp bir küfür savurdu.
"Terbiyesiz." dedim yüzümü ekşiterek. Kitabı tekrar açacaktım ki izin vermedi. "Bırak şunu." Gözlerimi ona çevirdim, sandalyesinde geriye yaslanmış burnundan soluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet Olası Dünyanın Sonu | ÇağTu.
Fanfiction❝Gecenin bilmem kaçıydı, yamuk kestiğim saçlarımla, babamdan kalma arabamın içinde, boş yolda sürüyordum. O gün hayatımın dönüm noktası oldu. Sayende, yaşamak ne demek öğrendim, sayende, sevmeyi ve sevilmeyi öğrendim. Kendimi sevmeyi bile senden öğr...