Fall

311 35 6
                                    

Elimdeki eskimiş beyaz bezi yatağın yanındaki soğuk suyla dolu kovaya bir kez daha batırdım ve elimden geldiğince sıktım.

Karşımdaki yatakta yatan annemin solgun beyaz yüzü kederle yüzümün gerilmesine sebep olsa da istifimi bozmadım ve sıktığım bezi anlına yerleştirdim.

Annem bezin soğukluk ve ıslaklığından etkilenmiş olacak ki irkildi ama gözlerini açmadı.

Yanında durup elini tutmaya devam ettim.

Annemin iyileşeceği ve tekrardan eski günlere geri dönmeyi ummaktan başka bir şeyim yoktu.

Çünkü elimdeki tek dayanağım buydu.

Sobadaki çaydanlıktan çıkan buharı duyduğumda annemin elini nazikçe bıraktım ve ayağa kalkıp küçük odadaki sobanın yanına yürüdüm.

İçine kilerden bulabildiğim son çayı atmıştım ve kuyudan çektiğim suyla belki de bir daha ne zaman içeceğimi bilmediğim çayı yapmıştım.

Sobanın ağzını dikkatlice açıp içinde ne kadar odunun kaldığını görmeye çalıştım.

Babam dönene kadar idare edecek odunumuz vardı, bu iyiydi.

Kendime doldurduğum çayı aldım ve küçük odanın diğer köşesinde bulunan annemin yemek bulaşıklarını kuyudan çektiğim diğer bir suyla yıkadım ve kurumaya bıraktım.

Gözlerim işimi bitirince evimizin sefalet içindeki iki odalı evinde gezindi.

Fakir ve beş parasız olsak da ailem beni hep sevgiyle büyütmüştü ve hiçbir şeyimi esirgememişti bu zamana kadar...

Onlara bunun için ne kadar minnettar olsam azdı...

Ancak annemin hastalığı işleri iyice bozmaya, her şeyin bir karadeliğin içine itmeye başlamıştı.

Annem ve babam onlar gibi fakir kesimlerin güç bela iş bulabildiği tek yer olan silah fabrikalarında çalışıyorlardı.

Japonya'nın şimdilerde yeni yeni patlak veren 2. Dünya Savaşı'na dahil olması bekleniyordu ve ülkedeki fabrika sayısı arttırılmış ve ailemin durumunda olan insanlar, zorla çalıştırılmaya başlanmıştı.

Annem çalıştığı fabrikadan kaptığını düşündüğüm bir hastalık sonrası yataklara düşmüştü ve durumu gittikçe kötüleşmeye başlamıştı.

Sonrasında fabrikadan ayrılan anneme ben bakmaya başlamıştım.

Ufukta gittikçe izini kaybettiren güneşe baktım ve göz pınarlarıma dolan yaşları güçlükle sildim.

Geleceğimin ne olacağını bilmemek benim için en kötüsüydü.

Şu anda tek isteğim savaştan kaçmak ve fakir bile olsam güvende yaşayacağım bir yerdi.

Ama bu imkansızdı...

Annemin anlattığına göre paramız olsa bile Japonya'dan kaçamazdık çünkü, ülkedeki düşük sınıf olan insanların ülke dışına çıkma hakları savaş başladığında Japon Kraliyet Ailesi tarafından ellerinden alınmıştı.

Tek istedikleri bizi iş göremez hale gelene kadar köle gibi çalıştırmaktı.

Sinirlenip öfkelensem de yapacak bir şey yoktu.

Ama umarım bir gün onlar da yaşattıklarını yaşarlardı.

Gözlerim annemin yatağının ilerisindeki duvardaki eskimiş takvime takıldı.

'10 Temmuz 1939'

Aradan bir ay geçmesine rağmen değiştirmediğim takvim bana sırıtıyordu.

Gözlerimi akan zamandan kaçırdım ve annemin solgun yüzüne bir kez daha bakıp koltuk altlarına koyduğum bezleri değiştirip soğuk suyla dolu kovada yıkadım.

Evin yan odasındaki dış kapı aniden savrulurcasına açıldığında elimdeki bez yere düştü.

Böyle bir ses duymayı beklemediğimden titreyen ellerimi yatıştırıp bağırdım.

"Kim o?"

Babamın soluk yüzü odanın girişinde belirince ayağa kalktım.

"Baba?"

Babam odada ilerledi, önce anneme ardından bana baktı.

Bakışları kararsızdı, içime işliyordu.

Kötü bir şeylerin habercisiydi...

"Buradan ayrılıyorsun, Sakura."

Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü.

Ellerim tekrardan annemin elleriyle buluştu.

Titreyen sesimi kontrol etmek istedim ama mümkün değildi.

"S-sen...Ne dediğinin farkında mısın?"

Babamın yorgun yüzü daha da çöktü ve annemin yanına yatağın ucuna oturdu.

O anda annemin gözlerini hafifçe titreşerek açtığını gördüm.

Babam annemin elini kuvvetlice sıktı.

"Gitmelisin Sakura...Yakında...Yakında köydeki kızları toplayıp fabrikada esir tutup çalıştırmak üzere gelecek olan Kraliyet muhafızlarının haberini aldık."

Gözlerimi annemin açılmış benimki gibi yemyeşil olan gözlerine çevirdim.

"Senin hayatının...Bizim gibi ellerinden kayıp gitmesini istemiyorum. Üstelik..."

Babam konuşmasına devam edemedi.

Annem onun elini ve benim elimi sıkmıştı çünkü...

Yanaklarımdan düşen birkaç damla yaş eskimiş yorganla buluştu.

"S-Sen...Ü-üzülmeni istemiyorum...S-sakura...Ç-çünkü..."

Annemin yorgun ve bitik çıkan sesi uzun zamandır duymadığım canlılığıyla kulaklarıma çalındı.

Çenemi kaldırdım.

"Ne olursa olsun sizden ayrılmak istemiyorum."

Babam üzüntüyle bana baktı ama elinden gelen bir şey olsa yapacağına emindim.

"Burada kalırsan eğer, sadece kendini askerlerin önüne kadar atacak zamanın olacak Sakura...Gitmelisin."

Gözlerimden engelleyemediğim birkaç damla yaş daha düştü.

Babamın kolu omzuma dolandı.

"Keşke seninle, kızımla, daha çok zaman geçirseydim."

Annem gülümseyerek bize baktı.

Benim hayatımı kurtarmak için kendilerini feda ediyorlardı.

Elimle ağzımı kapattım ve annem bizi izlerken babamın omzunda sessizce ağlamaya devam ettim.

Bu her şeyden daha kötüydü.

Bilinmezlik içinde yapayalnız kalırken ailem yanımda olmayacaktı.

Ve umudumun tükendiği tek yerde olmak mahfediciydi...

Çünkü elimdeki her şeyimi kaybetmiştim...



Sasusaku ile kalın...

Sasusaku ile kalın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Goddess Of Liberty🗝️/Sasusaku Fanfiction [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin