6. Bölüm

1K 51 0
                                    

***
İyi okumalar...
***

   Gece, Rüzgar okula döndükten sonra biraz daha oturmuştum şelalenin başında. Aldığım kararı unutmamıştım. Ateş Kraliçesi Efsanesini araştıracaktım. Bunun için Definden yardım almam gerekecekti. Yine lazım olmuştu çocuk ! Bazen onu kullanıyormuş gibi hissediyordum. Derin bir nefes alıp odadan çıktım. Akşam, yapmam gerekenlerin bir listesini çıkartacaktım. Öğrenmem gereken şeyler vardı. Her zamanki yerimizde oturan arkadaşlarıma baktım. Beni ilk fark eden Sara olmuştu. Elini salladığında gülümseyerek karşılık verdim. Yanlarına vardığımda aralarından geçip ağacın dibine oturdum ve sırtımı ağaca yasladım. Hepimiz bağdaş kurmuştuk. Onlar sohbetlerine devam ederken ben de kaçırdığım konuyu anlamaya çalışıyordum. Galiba okula yeni öğrenciler alınacakmış. Kuzey "Anlamıyorum. Neden Ateş Kullanıcılarını okula getirmek isterler ki ?" dediğinde olay benim açımdan netleşmiş ve dehşet verici bir hal almıştı. "Ne demek Ateş Kullanıcıları okula gelecek ?" dedim. Melisa cevapladı "Müdür Ateş Kullanıcılarından yeni olanları okula getirmeyi ve onları Ateş Kraliçesine düşman yetiştirmeyi düşünüyor. Yani böylece Ateş Kraliçesine karşı şansımız olurmuş.". Bu saçmaydı. Efsaneyi bulmak resmen farz olmuştu ! "Bu saçmalık. Ateş Kullanıcıları ya casusluk yaparsa ? O zaman var olan şansımız da yok olur." dedim. Tamam, teknik olarak onların şansı yok oluyordu. Doğu "Bizce de öyle. Ama gel bunu müdüre söyle. İnadı inat ! Adam resmen olası bir savaşta kaybetme ihtimalimizi arttırmak için var !" dediğinde hepsi başlarını onaylar biçimde sallamışlardı. Acaba müdür de Ateş Kullanıcısı mıydı ? Hiç sanmıyordum. Ders zili çaldığında hep birlikte arka bahçeye ilerledik. Tarık Hoca her zamanki gibi beni kendiyle karşı karşıya getirmişti. Savunma sanatlarının da ardından kısa bir mola verildi. Bu, günün en sevdiğim zamanı olabilirdi. Herkes etrafa dağılmış kendi işine bakarken fırsattan istifade Defin'i aradım. İkinci çalışta açtı. "Defin, çok önemli bir konu ! Sakın lafımı kesme ! Tamam ?".

"Tamam, çabuk anlat.".

"Müdür Ateş Kullanıcılarından yeni olanları okula alıcakmış."

"NE !"

"Lafımı kesme dedim sana ! İlk izin iki ay sonra. Gece eğer seni aramazsam beni ara. Aklımda bir şey var. Ararsam da hatırlat ! Ders başlıyor ben gidiyorum. Öptüm." deyip kapattım. Resmen yüzüne kapatmıştım. Neyse akşam özür dilerim. Hızlıca telefonu kapatıp derse koştum. Uzun bir gün olacaktı. Ders At Binmeydi.

   Ahırdan atları alıp okulun ormandaki ancak ormandan kalkanla ayrılmış kısmına ilerledik. İlk derste hepimize birer at vermiş ve isim koymamızı istemişlerdi. Benim at seçmem biraz... Tuhaftı. Koskoca ahırdaki tek siyah atı seçmiştim. Ama tuhaflık burada değildi. Ben ahıra girdiğim anda birşey beni çekmişti. İstemsizce sürekli gözlerim ona kayıyor, yanına gitmek için sabırsızlanıyordum. Bayan Elizabeth bizi serbest bıraktığında doğruca ona gitmiştim. Daha da tuhaf olan onun ahırdaki -hatta var olan türler arasındaki- en vahşi at olmasına rağmen bana uysal yaklaşmasıydı. Simsiyahtı. Tüyleri, yelesi, kuyruğu... Simsiyahtı. Sadece gözleri gümüş rengiydi. Ve çok parlaktı. Sonrasında da onu seçmiştim zaten. Adını daha koymamıştım. İlk kez bugün ona binecektim. İsmini de ona göre koyacaktım. Ona uygun olsun istiyordum. Bayan Elizabeth hepimizi tek tek ata bindiriyor ve bir süre atla yürütüyordu. Hmm... Hayır. Oturuşu iyi değil. Tedirgin duruyor... Anlaşılan bizi ölçüyordu. Sıra bana geldiğinde rahattım. Ailemle her yaz üç ay halamın at çiftliğinde kalırdık. O zamanlarda ata binmeyi öğrenmiştim. Bir-iki kez yaşıtlarım arasındaki yarışmalara katılıp madalya almışlığım bile vardı. Sakince ata bindim. Yularını elime aldım... Ben daha ne olduğunu anlayamadan koşmaya başladı. Bir yere saldıracakmış gibiydi. Ama korkutmuyordu. Bir şekilde ona güveniyordum. Hızla çitlerin üzerinden atladı. Kalkanı geçmiş ormana girmiştik. Onu yönlendirmiyordum. Kendi gidiyordu. Acaba yolu biliyor muydu ? "Biliyorum Ateş Kraliçesi." NE ?! "Konuşan kim ?". "Benim. Üzerinde olduğun at.". Tamam. Ne ara hayvanlarla konuşabilmeye başlamıştım ? "Dikkat et !". Son anda başımı eğip dala çarpmaktan kurtulmuştum. "İyiydi. Sen iyi misin ?". Bu tuhaftı. "İyiyim." diye düşündüm. Ya da zihnimden ona seslendim. Ne yaptığımı bile bilmiyordum ! Hızla ağaçların arasından geçiyor, bazen köklerin veya devrilmiş ağaçların üstünden atlıyorduk. Bu çok heyecanlı ve güzeldi. Cidden HARİKAYDI ! Yavaşça yuları tutuşumu sıkılaştırdım. Sonra sağ elimi geriye çektim. Hızla sağa dönmüştü. Bir U dönüşü yaptık. Aynı hızla -ki ışık hızına yakın bile olabilirdi- geriye dönmeye başladık. "İyi anlaşıcaz Kraliçe.". "Umarım Fırtına. Umarım iyi anlaşırız.". Hafif bir gülme sesi geldi kulağıma. Galiba o gülmüştü. Ben de gülümsedim. Bu güzeldi. Tekrar kalkandan içeri girdik ve çitleri atladık. Bütün parkuru aynı şekilde hızla geçtik ve tam hocanın önünde şaha kalkarak durduk. Müthişti ! Bayan Elizabeth yarı şaşkın yarı sinirli bize bakıyordu. Hayır, bize değil, bana bakıyordu. Fırtınadan indim ve gösterisini yapanların- pardon, testi bitirenlerin olduğu yere geçtik. Bayan Elizabeth birşey demeden diğer öğrencileri izlerken sırıtıyordum. Dünyanın en muhteşem yoldaşına sahip olmuştum sanırım. Fırtına'ya.

Ateş KraliçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin