Bana yürüyerek gelen Zarife baktım. Aynı onu ilk gördüğüm zamanda ki gibi tedirgin ama mutlu. Eğilip dizlerimin üzerine çöktüm.
" Ama sen çok büyümüşsün." diyen ince sesiyle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bir yandan da olumlu anlamda başımı sallıyordum.
"Büyüdüm." dedim ağlamamaya çalışarak.
"Peki hayal ettiğimiz gibi güzel mi büyümek? Hayallerimizi yaptın mı tek tek?" diye soran Zarifle dondum. Mahcupluk tüm bedenimi sararken ona dönüp yapmadım diyemezdim.
" Hiç güzel değil büyümek Zarif. Sen yokken hiç ama hiç güzel değil." dedim titrek sesimle.
" Sen artık beni de sevmiyorsun!" diyerek benden uzaklaştı.
Kendimin bile bilmediği bir telaşla korktum. Ellerimi öne uzattım, ellerini tutmaya çalıştım.
"Sen sözünü tutardın. Sen her şeye rağmen gözlerinle gülerdin. Sen kimsin!" dedi ve demin benden kaçan kız üzerime atladı. Yere düşmemle üzerime çıkıp bana vurmaya başladı. Yapmadım diyemesem de anlamıştı sözümüzü tutmadığımı.
Sürekli "Kimsin sen!" diyerek omuzlarıma vuruyordu. Ellerini tuttum. O çocuk haliyle benden kat ve kat güçlüydü sanki. Ya da ben zangır zangır titriyordum.
"İğrenç kokuyorsun." dedi. O an telaşla kendimi kokladım. Onun sevmeyeceği hiç bir şeyi sevmemeliymişim gibiydi. Sanki kötü kokarsam giderdi ve ben gitmesin istiyordum.
Ama hayır. Kötü kokmuyordum. Aksine sanki bir çiçek bahçesi gibi kokuyordum. Olumsuz olarak kafamı salladım.
" Kötü kokuyorsun. Çok kötü kokuyorsun. Sanki... sanki ölüm sinmiş üstüne. Benim ölü bedenim sinmiş üstüne!" diyerek buruk bir şekilde gülümsediğinde dondum.
"Sen hep çiçek kokarsın Zarif." dedim ona yaklaşırken. Sesim uzun zamandır benim bile tatmadığım şefkati barındırıyordu. Bu sefer olumsuzca o salladı başını.
"Ölüm kokuyorsun Mirel ve sana hiç yakışmamış. Ben büyümüş Mireli sevmedim hiç." dedi ve kollarını bağladı tekrar küçük bir çocuk edasıyla.
Gözlerim doldu. Sevgisini önemsediğim tek kişiden bunu duymak uçurumdan düşüyor etkisi bırakıyordu bende. Sanki düşüyordum ama bir türlü çakılmıyordum. Her geçen dakika hız alarak nefsimi kesen rüzgara direniyordum ama biliyordum her geçen dakika düşüşüm daha acı dolu olacaktı. Onun için yere çakılmadan ölmeliydim. Onun için ölüm kokmalıydım. Onun için beni kaldırmaya çalışan rüzgarı yanı başımdan kovmalı ve çakılmadan önce gülümsemeliydim.
---
Elime değen garip soğuklukla gözlerimi açtım. Bumbuz elleriyle ellerimi tutan Sevim teyzeye baktım. Gördüğüm rüyayı düşünmeye bile fırsatım olmadan beni uyandıran Sevim teyze ben daha bir şey demeden konuşmaya başladı,
"Ben üzgünüm Mirel. Bana neden kızgın olduğunu anlayabiliyorum ama nasıl sen hiç bir şey yapamadıysan bende yapamadım. Uğraştım! Yemin ederim uğraştım!"
Sevim teyze çaresizce sesleniyor gibi duruyordu. Samimi olduğunu görebiliyor ama inanamıyordum.
"Bana kızgın olmakta haklısın. Bende çok kızgınım. Kendime." dedi.
Aylardır onda kalıyordum ve o bu konuşmayı yapmak için bugüne mi cesaretini toplamıştı.
"Özür dilerim Mirel. Senden çalınan her şey için." Sevim teyzenin bu dediğiyle oturumuma geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızgın ve Kırgın
ChickLitBen Mirel Ilıkan. Hikayem başlamadan biten bir romanken biri benim olduğum sayfaları koparıp kaçmış olmalı ki ilk kez nefes aldım. Doğarken ölümün, ölürken doğumun sancısıyım. O yüzden pekte nefes sayılmaz benim ki.. Beni Alacadan tanıyorsanız...