15.11.2021Bir gün babamdan çiçek istedim. "Bana bir buket yaptırsana." diyerek ısrar etmiştim. Hiç bir anlamı olmayan bir gündü. Sonra ki günlerde bu ısrarım ara ara devam etti. Bazen mezuniyet bazen öylesine bir gün. Fark etmiyordu. Sadece ondan bir buket çiçek istiyordum. Almadı. Sonra bir gün, doğduğum gün, bana çiçek aldı. Beklediğimin aksine şaşalı bir buket değildi. Saksıda, bir sürü tomurcuğu olan çok yapraklı bir çiçek almıştı.
Dedim ya ince düşünürdü o diye. Bana yaz kış dayanabilen bir çiçek aldığını söyledi sevinçle. Hatta türünü bile dedi ama inanın hatırlamıyorum.
Tek bildiğim aldığı çiçeği kurutmamı istemediği ve bana yaşatmam, canlı tutabilmem için bu çiçeği aldığıydı.
Kendisininde saksı da bir limon ağacı vardı. Adı da Limoni. Bu çiçeklerden sonra uzun uzun bitkilerin duygularının olduğunu konuştuk. Kaç mil ötede olursak, belli bir sınırla tabiki, çiçekler bizi duyabiliyorlarmış. Çok hoşuna gitmişti bu.
Her neyse söylemek istediğim yere gelecek olursak. Bütün bu hastane olayları sonunda eve onsuz dönmek zorunda kaldığımızda Limoni'nin bakın benim ya da kardeşimin çiçeği değil Limoni'nin her bir yaprağının kurduğunu gördük. Tamamen kurumuştu. Aranızda böyle bir kayıp yaşayan var mı bilmiyorum ama şöyle söylemem gerekirse ona ait her şey bir hazine niteliğinde oluyor.
Bir fiş, bir kağıt, bir bardak ve insanların belki görse atılır bu dediği her şey ama her şey sizin için hazine oluyor.
Limoniyi öyle görmek benim için nasıl bir duyguydu size anlatamam. Her gün özellikle onunla ilgilendim ve neyse ki şuan iyi.
Benim çiçeğim olan Tomurcuğa gelecek olursak o benim içim gibi coşmuş durumda. Babamsız ilk doğum günüm yaklaşıyor ve ben şuan onun o ince düşüncesi sayesinde bu doğum günüm de ondan bana kalan çiçeğime buruk bir tebessümle bakıyorum.
Onun sayesinde onsuz ilk doğum günüm de hediyesiz kalmıyorum.
Bazen düşünüyorum da bu kadar erken olmasaydı. Bu kadar erken kaybetmeseydim onu, hayır kayıp olmak değil kayıp vermek anlamında kaybetmeseydim onu. Büyüseydim. Kendi işim elimde olsaydı. Ne bileyim hayata o varken tutunsaydım diyorum ama sonra vazgeçiyorum.
Kırk yaşında hatta yetmiş yaşında bile kaybetmek istemezdim ben onu, evet belki o yaşlarımda her şey çok farklı olurdu ama anladım ki kaç yaşında olursa olsun babanın kaybının acısı fark etmiyor, ama zorluğu fark ediyor. Hayata tutunma çaban değişiyor bir kere.
Sonra şunu fark ettim. Beynim kalbim her nasılsa onları sustursam da bu gerçeği kabullendirsem de alışkanlıklarım dahi unutmuyor onu.
Yemeği pay ederken onun payı istemsizce tava da kalıyor, onun gelme saatinde gözün kapıda oluyor, gece geç saate kadar dizi izledikten sonra duyulan çıt sesinde hızlı atan kalbin orada oluyor, normalde sabah onun evde olduğu günlerde erkenden uyanman orada oluyor.
Bazen bir sokakta her hangi birinin telefonu çalıyor onun melodisinin aynısı, bazen yıllarca sürdüğü o markasını ezbere bildiğin arabanız geçiyor önünden içinde başka bir aile, bazen sırada beklediğiniz o marketin önünden geçerken aklına geliyor, bazen her zaman park ettiği yeri bir başkası doldurunca, bazen en sevdiği filmi görünce, bazen bir ekmek kokusunda tekrar tekrar hatırlıyorsun.
Gözünü kapatıyorsun seni uyandırmak için odana girişi gözünde canlanıyor. Sen seni uyandırdığı için atarlı bir şekilde arkanı dönüp uykuna dönerken o sabırsız gülümsemesiyle seni tutup gıdıklıyor. Sen ona gıcık olup ittiriyorsun ama o tekrar yanında bitiyor. İleride bu anılarına bile imrenerek bakacağını bilmeden huysuzlanıyorsun. Bilseydin. Bilseydin bir an bile vakit kaybetmez daha çok vakit geçirirdin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızgın ve Kırgın
ChickLitBen Mirel Ilıkan. Hikayem başlamadan biten bir romanken biri benim olduğum sayfaları koparıp kaçmış olmalı ki ilk kez nefes aldım. Doğarken ölümün, ölürken doğumun sancısıyım. O yüzden pekte nefes sayılmaz benim ki.. Beni Alacadan tanıyorsanız...