#5 the resurected

250 23 70
                                    

Evet. Tahmin edin ne oldu! Tabi ki bilinmeyen numaranın dediği sokakta kendisini bekliyorum. Akşam ay çok güzel görünüyor. Gerçi bu ara sokağı pek aydınlatmıyor malesef. Ancak akşam müsait olabilmiştim. Çünkü tüm günüm okul ve etütte geçiyordu.

Akşam gelmem çok mu saçmaydı. Belki de öğlen bekledi ve ben gelmeyince gitti. Belki de hiç gelmedi. Ama zaman belirtmemişti değil mi? Sadece yarın demişti.

Tereddütte kaldı ve çantasının cebinden çıkardığı telefondan mesajlar kısmına girip mesajı bir kez daha kontrol etti.

"Hata yok."

Bilinmeyen numaranın gelmeyeceğine emindi artık saat geç olmuştu. Neyse ki annesine bir arkadaşına uğrayıp etütteki ders notlarını alıcağını söylemişti. O yüzden eve geç gitse de sorun olmazdı onun için.

Tam gitmeye hazırlanmıştı ki arkasından gelen tanıdık sese kulak verdi.

"Oi. Beni ekmeyi mi düşünüyorsun?"

Ses oldukça bıkkın bir halde çıkmıştı. Yüzünü yavaşça geriye doğru çevirmiş ve gördüğü manzara karşısında hayretler içinde kalmış ve ağzının sonuna kadar açılmasını sağlamıştı.

Bu olamazdı değil mi? Evet tabi ya. Bu bir rüyaydı. Birazdan kalkıcak ve annesinin söyledikleri, Mikasa ve Armin'in söyledikleri birer yalan olucaktı. Çünkü şu an karşısında kanlı canlı bir Levi duruyordu.

"L-levi-san!"

"Tch. Bu kadar şaşırmanı anlıyorum ama önce beni sakince dinlemeni istiyorum Eren."

Sesi her zamanki gibi boğuk çıkmıştı. Soğukkanlıydı.

"A-ama Levi-san s-siz öldünüz hatırlıyorum! Kendi gözlerimle gördüm!"

Korkudan titreyen bacaklarıma hakim olamamıştım. Titreme, şimdi titremenin sırası değil!

"Eren. Sen doğru söylüyorsun."

"Ben öldüm.

Duyduğum laflara büyük bir kahkaha koparmıştım. Hadi canım ordan ölmüşmüş. Ne komedi ama!

"(Gülerek) Ne yani şimdi ben ölü biriyle mi konuşuyorum?"

"Evet"

Ne diyor bu böyle? Bu bir şaka değil sanırım. Çünkü Levi-san her zaman çok ciddi.

"Lanet olsun Eren artık dinliyecek misin beni?"

Olanları merak etmiştim.
Neler olup bittiğini...
Annemin kardeşimin ve arkadaşımın neden onun öldüğünü hatırlamadığını...
Ve Levi-san'ın nasıl hala yaşadığını...

Çok bilindik yer değildi. Yine ara sokaklardan birindeydik. Bir barın yanında ara sokağa atılmış bir eski bir kanepenin üstünde oturmuş, anlatacaklarını dinliyordum.

"Um... Levi-san siz oturmayacak mısınız?"

"Çok kirli"

"(Kıkırdayarak) Neler oldu bilmiyorum ama hiç değişmemişsiniz."

Bir ara uzun bir sessizlik oldu. Ortamın gerginliğini arttıran bir gerginlik. İkimiz de konuşmadık bir süre.

"Eren. Söylediğin her şeyde haklısın. Ben üç yıl önce bir trafik kazasında öldüm.

"O zaman şu an nasıl yaşıyorsunuz Levi-san! Lütfen bana her şeyi anlatın lafınızı bölmeden dinlicem!"

"Tch. Dediğim gibi üç yıl önce öldüm. Ama şuan yaşıyorum. Ama pek yaşadığım söylenemez. Bir nevi yaşayan bir ölüyüm.
Bir dirilen...

Ağızım açık söylediği her sözü kelimesi kelimesine idrak etmeye çalışıyordum. Her ne kadar söylediklerini dinlerken hayretler içine düşsem de sonuna kadar dinleyecektim.

"Biz dirilenler tanrı tarafından ikinci bir yaşamı hak edenleriz.
Geçen gün annenle konuşuyordun değil mi? Benim hakkımda."

Kafamı 'evet' anlamında aşağı yukarı salladım.

"Ben gerçekten öldüm Eren. Ama onlar bunu hatırlayamazlar. Bir ölü dirildiği zaman onu tanıyan herkes onun bu dünyadan gitmediğine inanır. Ve bir ölünün öldüğünü hatırlayanlar ise sadece bir ölü olabilir.

Huh?
Ne?
Onun ağızından çıkanı kulağı duyuyor mu?
Ne yani şimdi benim de bir ölü olduğumu mu söylüyor?

"Haha! Levi-san konuşmayalı espiri anlayışınız baya bir ilerlemiş anlaşılan."

Yüzüme doğru iyice yaklaştı.
Çok yakın..!
Kulağıma doğru eğildi ve o buz gibi nefesini kulağıma üfledi. Her nefesi değdiği yer yanıyor, kendimi kasmadan edemiyordum!

"Bunu sana kanıtlayabilirim Eren."

"N-nasıl kanıtlayabilirsin."

"Ölüleri insanlardan ayıran bazı özellikler var. Ama tabi önce söylediğim her şeyi reddetme huyundan vazgeç ve söylediklerimi kabullen artık!"

"Ö-özür dilerim."

Pantolonunun arka cebindeki bıçağı aldı. Aniden salladığı bıçakla koluma derin bir çizik  atmıştı. Acıyla inleyip kolumu sıkıca tuttum. Yaraya bakmaya korkarken o hiçbir şey olmamış gibi uzaklara bakıyordu.

"Acımadı değil mi?"

"Huh?"

"Çizdiğim yer... Aslında acımadı değil mi? Psikolojik mi bu çığırmaların?"

Doğru...
Kolum acımıyordu...
Sadece ben acıyabileceğini düşünmüştüm. Ama acımıyordu.

"A-ama b-bu nasıl ol-"

"Eren bana güvenebileceğini sanıyordum. Şimdi elini kaldır."

"N-ne?"

"Sadece kaldır. Koluna hiçbir şey olmadı. Tek çizik yok emin olabilirsin. O yüzden rahat ol."

Elimi kaldırdım ve bıçakla çizilen yaraya baktım. Gerçekten de kolumda tek çizik bile yoktu. Peki ama nasıl?! Çok derinden çizmişti bu kadar kısa sürede iyileşmesi imkansız.

Hızla ayağa kalktım ne yapacağımı bilemiyordum. Belki de gitmek istiyordum. Bu saçmalıkları daha fazla dinlemek istemiyordum. Belki de kalıp kendim hakkında daha çok şey öğrenmek istiyordum.

Ben ne yapacağımı düşünürken boğazımdan tutup duvara çarpan eller ayırdı beni düşüncelerimden.

"L-levi-san ne y-yapıyo-"

Ne yapıyor böyle. Ayaklarım yere değmiyor. Eğer, eğer biraz daha sıkmaya devam ederse boğulabilirim.

"Seni birkez daha öldürebilirim. Nefesini kesebilirim ebediyen. Bilincini kaybedebilirsin. Ama şunu bil ki Eren. Bir ölü asla boğularak öldürülemez."

Yorum atanlara cevap vermeyi çok istiyorum ama şu e-posta işini bir türlü başaramadım. Yapar yapmaz karşılık vericem. Okuyan herkese çok teşekkürler ♥️

「The resurreceted」Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin