Meriç: "Balkona çıkmamda bir sakınca var'mı?." Ece: "Hayır, yok. Ama dikkatli ol, biliyorsun polisler bu ara fazla burayı sahiplendiler." Meriç: "Peki, dikkat ederim, teşekkürler."
Meriç gittikten sonra, Cem ve Ceren de aşağıya inmişti. Cem Meriçi göremeyince: "Nerede Meriç? Kaçtı'mı yoksa botuyla?." Tolga: "Yok be abi, nereye kaçacak bizsiz Allah aşkına. Balkona çıktı. Çağırayım'mı?." Cem: "Hayır, gerek yok. Bir az yalnız kalmaya ihtiyacı var. Aslında hepimizin var da neyse.." Cem ve Ceren de bu olayların üstüne bir şeyler atıştırmış, yine küçük sohbetler edilmiş ve daha sonrasında Tolga, Aras ve Cem pisliği konuşturmaya gitmiştiler. Yarım saattir Meriçin geri dönmemesinden rahatsız olan Duru: "Meriç yarım saattir yok. Bir şey'mi oldu acaba?." Ceren: "Çok merak ediyorsan, git bak." Duru 'peki' diyip balkona çıktı. Kapıyı yavaşça açtı tam Meriçe seslenicekti ki, uyuduğunu gördü. İçerideki odaların birinden battaniye alıp, Meriçin üstünü de güzelce örttü ve tam gidecekken, Meriç, Durunun kolunu çekip yanına oturttu. Duru: "Napıyorsun? Kolumu bırakır'mısın?." Meriç uykulu sesiyle: "Koluna meraklı değilim, Duru. Sadece şey, öncelikle yaptığım şey için özür dilerim ve de senin için de sakıncası yoksa.." Duru: "Neyin?." Meriç: "Burada en azından ben tam uyuyana kadar, saçımı okşar'mısın?." Duru: "Burada uyuma, soğuk olur üşütürsün." Meriç: "Ben alışkınım, sen soruma cevap ver lütfen. Aramızdakı soğukluğu eritmek adına bir arkadaşlığın başlangıcı gibi düşüne bilirsin. Başka anlamlar çıkarma." Duru: "İyi tamam. Bu nazik teklifi kırmayayım bari. Ne de olsa her zaman böyle kibar değilsiniz Meriç bey." Meriç, Durunun bu sözleri üzerine gülümsedi. Duru: "Vaay, demek odunlar da gülümseye biliyormuş. İlk defa bir odunu güldürdüm, kendimi tebrik ediyorum." Söylediğine küçük kah-kahalar atarken, Meriç de ona katıldı. Tabi ona odun denmesine de kızmıştı: "Bir dakika ya. Sen bana odun'mu dedin?." Duru inkar etmedi ve sırıta-sırıta 'evet' dedi. Meriç sahte sinirle ayağa kalktı, Durunun üzerune gitti ve onu gıdıklamaya başladı. Duru da onun bu saldırısna karşılık vermeye çalışıyordu. İkiside gülmekten ölüceklerdi. En sonunda Meriç: "Ben uyuyordum ya. İzin vermedin be uyumaya." Duru: "Üff ne mız-mızsın arkadaş. Sana iyilikte yaramıyor ki. Ne yapsak yaranamıyoruz." Meriç: "Ya üf tamam şaka yaptım. Hem sen bana yaranmaya'mı çalışıyorsun?." Duru: "Düşündüğün gibi bir şey değil. Öylesine, yani, lafın gelişi söylenmiş bir şey, fazla takılma." Meriç: "Birincisi, Duru hanım lütfen saçımı okşamaya devam edin. İkincisi de Cem ve Ceren gerçekten bir-birlerini seviyor'mu sence, yani aşıklar'mı bir-birlerine?." Duru: "Peki paşam, bu arada gelen kibarlığınızdan dolayı saçınızı okşayacağım. Ha gelelim diğer konuya. Aşık olmak neye göre, kime göre, ama bana sorarsan, evet kesinlikle bir-birlerini seviyorlar. Bir-birlerine takılırken bile, bakışları arada birleşiyor ve o bakışta, o kadar güzel duygular var ki.." Meriç: "Ne de güzel söyledin öyle, anladım, teşekkür ederim." Bu sırada saçını okşamaya devam ediyordu tabii. Cerenler de atıştırma faslını bitirmiş, bulaşıkları kızlarla birlikte yıkamış ve salona geçmişlerdi. Aras da tam bu anda bodrumdan kızların yanına geldi: "Kızlar, iyi haberlerim var?." 'Nedir?'-diye sordular Arasa ve Aras da kızlara: "Adam konuştu. Öyle hemen sevinmeyin, canım. Sadece adını öğrendik, adı; Hasan Kaleci'ymiş. Ceren: "Ee, bunun bize ne yararı dokunacak?." Aras: "Bilmiyorum ki, zaten. Ben bizimkilerin yanına döniyim. Ha bu arada Meriç daha dönmedi'mi?." Ece: "Yok daha değil. Döner ya merak etme, ya da ayran." Aras: "Ececim, şunda bir anlaşalım da, burada şakayı ben yaparım!."-dedi ve gitti. Asilliğe bak be. Ecenin onun gitmesinin ardından: "Ececom, şondo bor onloşolom do, borodo şokoyo bon yoporom. Ayh, götüm. Egoist pislik." Ecenin bu çıkışı üzerine, kızlar kahkahaya boğuldular. Resmen, kahkahadan ölecektiler. Bu kez Bodrumdan gelen, Tolga oldu: "Oo, neye gülüyoruz böyle, hanımlar. Söyleyin de hep birlikte gülelim." Hande: "Bence, söylemeyelim." Ceren: "Ne güzel ya, işine geldi'mi bıldırcın gibisin, gelmediğinde bonco soylomoyolom oluyor ya. Allah, Allah." Ece: "Tolgacım, senin sevimli arkadaşın var ya Aras, onu taklit ettik de ona gülüyorduk, canım. Ee, sen niye gelmiştin?." Tolga: "İyi yaptınız, gülün, gülün. Kızlar, Hasanın gicli cebinden, 3 tane kimlik bulduk." Kızlardan 'oha' nidaları yükseldi. Ece: "Ee, başka?." Tolga: "Bu 3 kimliğin sadece tek ortak özelliği var, o da iş yerlerinin aynı olmasıydı." Ceren: "Oha, nerede çalışıyormuş?." Tolga: "İşte en önemlisi de, bu ya zaten. Bu sahte adam polis merkezinde, bir memur olarak çalışıyormuş." Hande: "Çüşş. Ama sahte polis değil'miydi??." Ceren: "Evet, öyleydi eminim. Babama yardım ederken, öğretmişti bana. Yani, yanılamam. Şunun kimliklerini getirir'misin lütfen?." Tolga: "Tamam, tatlım. Arasa söylerim, getirir." Duru, Meriçin uyuduğundan emin olduktan sonra, yavaş-yavaş yerinden kalktı, üstünü-başını düzeltti ve kapıya doğru gitti. Meriçe doğru dönüp, kıpırdamadığından tam emin olduktan sonra da gönül rahatlığıyla aşağıya gitti. Çocukların sesini duyuyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı; o da yüzündeki gülümsemesiydi. O kadar güzel eğlenmiştiler ki, yüzünden bu gülümsemenin gitmesini istemiyordu.