Cem: "Meriç, Tolga ve Aras benimle gelin, şu adama bir bakalım." İtiraz etmeden, Cemi takip ettiler. Bodrumda indiklerinde, orada olan manzarayı görünce çekindiler Hasana bakmaya...
Aras tüm cesaretini toplayıp, Hasana doğru yaklaştı. Nabzını kontrol etti ve nabzı atmıyordu: "Ö-ölmüş, lan." Cem: "Nasıl? Ne?." Tolga: "Bir daha bak, belki bir umut.." Meriç, Arası arkaya çekip kendisi bir daha kontrol etti, ama sonuç değişmedi: "Tamam, sakin olun. Ölmüş evet. Ama bu bizim suçumuz değil." Arasın bu sırada gözleri dolmuştu. Tolga, Arasın bu halini görüp ona sarıldı. Meriç: "Hemen sulu göz olma. Tekrar söylüyorum bizim suçumuz değil!." Cem: "Tamam, o zaman yukarı çıkıp kızlara da haber verelim." Cem, diğerleriyle birlikte yukarı çıktı ve kızları güle-oynaya sohbet ederken buldu. Kızlar da bu sırada sohbetlerine ara vermiş ve erkeklerin bitik hallerini bakıyordular. Duru: "Ne oldu? Ne bu sizin haliniz? İyi misiniz?." Meriç: "Uzatmaya gerek yok. Direk söyleceğim. Hasan ölmüş.." Kızlar aynı anda 'ne' diye bağırdılar. Ceren: "O yüzden mi ağllyorsun, Aras?." Aras sadece, başını aşağı-yukarı sallamakla yetindi. Bu cevap kızlar için yeterliydi. Duru: "Arkadaşlar, öncelikle hep söylediğim gibi sakin olalım. Böyle bir dönemde, mantıklı düşünmek çok önemli. Çünkü, bir hatayla hapisi boylamamız mümkün. Adamı evde fazla saklayamayız çünkü, bir zaman sonra ceset kokusu evin her yerine yayılır. O yüzden onu gömmemiz lazım. Anlaşıldı mı?." Cem: "Duru, bu ne rahatlık kızım. Sanki hep adam öldürmüşsün de, ne yapılcağını biliyormuşcasına konuşuyorsun. Pes yani." Ceren: "O, bu konuların uzmanı." Tolga: "Uzmanı derken?." Ece: "Boş verin karıştırmayın orasını. Arka bahçede iki tane arabamız var. Biri daha büyük. Onu harakete hazır hale getirin sonra da, bize haber verin bir şekilde adamı arabaya taşıyalım." Meriç: "Sizi başımıza sırayla mı verdiler?." Hande: "Belli olmuyor mu?. Şakanın sırası değil. Ha Aras, sen benimle mutfağa kadar gel." Arasın itiraz edecek durumu yoktu. Belli ki, Hande ona yardım etmek istiyordu. Tolga: "Arabanın anahtarı?." Duru: " Hey, hey, hey. Bir dakika ya. Hemen nereye?." Meriç: "Sen demedin mi arabayı hazır hale getirip, bize haber verin diye." Duru: "Evet, doğru, öyle söyledim. Ama önce kılık değiştirmeniz lazım." Tolga: "Haa, anladım. Ne giyeceğiz?." Ceren: "Gelin benimle." Onlar birlikte yukarı çıktılar ve Ceren onlara şapka verdi, bir az makyaj yaptı. Tanınmama işleri bittiğinde de aşağı geri döndüler. Ceren: "Al, tatlım. Sana da elbise getirdim." Duru: "Teşekkür ederim, bebeğim." Ceren: "Rica ederim, aşkım. Hadi oyalanma." Duru hızlı adımlarla odasına gitti ve üstünü değiştirip, azıcık da makyaj yapıp geri döndü. Ece: "Ne güzel oldunuz, Duru hanım." Duru: "Cerene teşekkür etmelisin." Ece, Cerene göz kırptı. Ceren de Eceye öpücük attı. Meriç: "Aşkınız bittiyse gidelim?." Duru: "Bitti. Hande, Aras buraya gelir misiniz?." Hande: "Efendim, canım." Duru: "Siz ikiniz evde kalın, buralara göz-kulak olun. Biz halledip gelelim. Oldu mu, gülüm?." Hande: "Peki, olur. Sıkıntı yok." Ceren: "Eğer, polis ya da benzeri biri bir şey sorarsa doğru-düzgün cevap ver." Hande: "Tamam, anladım ne demek istediğini." Arabaya bindiklerinde, Duru talimat vermeye başladı: "Şurada yazan adrese gideceğiz." Cem adrese bakarak yola koyuldu. Yanında Ceren arkada da Tolga, Ece, Meriç ve Duru oturmuştu. Cem: "Gidelim, gitmesine de, burası neresi?." Ceren: "Gidince görürsünüz." Ece: "Aynen öyle." Tolga: "Siz çete misiniz?." Duru: "Bilmem, öyle miyiz ki?." Meriç: "Boş verin abi, ya. Sadece merak ediyorum da, adreste yazan yeri nereden biliyorsunuz?." Duru: "Sen nereden biliyorsun, neresi olduğunu?." Meriç: "Benim bilmem normal. Ama siz kızların bilmesi, ne bileyim tuhaf geldi." Bu sırada çocukların haberi olmadan, onları birileri takip ediyordu. Cem: "Meriç, söyler misin kardeşim, neresi gideceğimiz yer?." Meriç: "Terk edilmiş bir akıl hastanesi." Tolga: "Oha. Çüş yani." Ece: "Ne oldu, Tolgacım?." Tolga: "Şaşırdım, Ececim."-deyip Ecenin yanağından makas aldı ve de aynı zamanda göz kırptı. Ece hariç diğer kızlar, ortamdaki o romantik elektriği fark etmişlerdi. Ecenin yüzü, kırmızının farklı tonlarına bürünmüştü. Kendisi de bunun farkındaydı.
İşte sonunda varmışlardı. Arabadan ilk erkekler inip, ortamı kolaçan ettiler. Etrafın temiz olduğuna kanaat getirip kızların da dışarı çıkmasına izin verdiler. Duru: "Ortam tam istediğim gibi." Meriç: "Gittikçe şüphelenmeye başlıyorum, Durucuğum." Ceren: "Alışsan iyi edersin, Meriç." Cem: "O alışmayı pek sevmez." Tolga: "O'nu çıkaralım artık. Ölecek yoksa." Ece: "Tolgacığım, arabada kalmanı tercih ederim." Tolga: "Yok, tatlım. Öyle bir niyyetim olsaydı, gelmezdim zaten." Duru: "Of tamam, uzatmayın. Alın bir kazma, kürek geçin arkaya hadi." Meriç: "Durucuğum, siz kızlar kazma, küreği alıp geçin, biz bunu getirelim." Ceren: "Hadi, bebeğim." Duru, Ece ve Ceren kazma, küreği alıp arkaya geçtiler. Erkekler de Hasanı oraya-gömecekleri yere götürdüler. Sırayla yeri kaza bildikleri kadar, derin kazmaya çalıştılar. Ama Ceren üşüdüğü için arabaya gidip, üzerine bir şey almak istedi. Hala daha onları izleyenlerden haberleri yoktu ve bir süre daha haberleri olmayacaktı..
Ceren arabaya geldi, kapıyı açtı ve üzerine ceketini giyip gidiyordu ki, arkadan bir el, kızın ağzına bezi tıkadı. Ceren direnmeye çalışıyordu ama ondan daha güçlü olan bu kollara, karşı koyamıyordu. Karşı tarafın istediği oldu, Ceren kendinden geçti. Ve onu arabaya götürdüler. Ama daha çocukların bundan haberi yoktu. Cem işine ara verip: "Ceren nerede kaldı? Biriniz baksa olmaz mı?." Duru: "Ben giderim, merak etmeyin." Ece: "Dur, yalnız gitme. Meriç de seninle gelsin." Meriç: "Tamam, giderim. Hemen döneriz." Duru: "Aslında gelmene gerek yoktu." Meriç: "Şu inatçılığını da bir bıraksan." Duru: "Ben inatçı değilim bir kere." Meriç: "Onu, bunu bırak da bu kız nerede?." Duru: "Hangi kız?." Meriç: "Cerenden bahsediyorum. Sevgilin, Ceren." Duru: "Sevgilim? Ayh, neyse. Hakikaten nerede bu kız ya?." Duru etrafı dikkatlice süzerken, gözü yerle buluştu. Yerde bir küpe vardı. Duru küpeni yerden aldı ve: "Meriç, şuna bak." Meriç: "Bakayım. Küpe, evet, ne olmuş?." Duru ağlamaklı: "Ce-Cerenin küpesi bu. Niye hiç bir şey yokken düşsün?." Meriç: "Tamam, tatlım. Belki, öylesine yürürken olmuştur. Hemen ağlama ya." Duru: "Hayır. Bir şey oldu, Meriç. Bir şey oldu.."