İlk dersimdi okulda. Sosyoloji. Bir soruyla başladı. Why do people marry each other? (Insanlar neden evlenir?) Evliliğin dinamiği nedir?
Bu soruya 19 yaşında muhatap oluyorsun. Aklında sevgi, aşk, tutku gibi ayağı yere basmayan çerçeveler var. Seksen kuşağı ile başladı bu bireysel romantizm algısı bizde. Masallardan daha ağır fısıltılarla büyüdük. Üstüne yeni kuşaklar geldikçe tabii daha masum kalıyoruz ama o ayrı konu. İnsan sever ve evlenir değil mi? Özgür iradesiyle seçer. Bunu test de ettim bir iki yıl sonra tabii. Bilim haklıydı. Melankolik aylar birbirini izledi.
Evliliğin dinamiği aşk değil arkadaşım. Sosyal reproduksiyon. Toplumu yeniden üretmek. Tekten tume varan yeniden üretmek. Şimdi sen varsan sebebi doğumun ve toplum hala varsa sebebi evlilik. Öyle aşkla meskle ilgisi yok. Bu üretimin bireysel dinamikleri senin gönüllü olarak bunu ortaya koymanla ilgili yoksa kırmızı ışıkta geçmemek, ters yönden gitmemek gibi zorunluluk esasında olsaydı mekanizma dururdu. Romantik sayılabilecek faktörlerin tümü sebep değil, senin süreci gerçekleştirmenle ilgili itici birer güçtür. Temel etken kesinlikle değil.
Aşk sanılan şey üç beş hormonun sağlıklı çalışması ve uyaran zaman içinde gücünü kaybediyor zaten. Geriye sadece düzen duygusu kalıyor. Bir de eskilerin muhabbet adını verdiği sevginin derin bir formu ya da uzaklık. En nihayet yeni bir nesil kumulatif olarak teşekkül ettiriliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçgüdüsel
RandomBakmak ve görmek. Biz ikisini de yapmıyoruz artık okuyucu. Ne bakıyoruz, ne görüyoruz. Gördüğümüzü sandığımız kendimiziz ama kör olduğumuzu bile farketmediğimiz şizofren bir devinim içinde savruluyoruz. Biraz tebessüm ettirecek, hafif bir okumaya ha...