Yaşam standartları olarak artık uyuduğum yerin iki metre ötesine sıçmamak çok daha rahat bir süre geçirmemi sağlıyordu.
Artık yalvarmanın çare olmadığını anlamıştım. Kapıya gitmiyor, saatlerce yumruklayıp beni çıkarması için yalvarmıyordum. Muhtemelen günde, belki iki günde, bir kez yediğim yemekler yüzünden daha da zayıflamış, güçsüz duruma düşmüştüm.
Halim yoktu. Günlerdir uyanıyor ve oturduğum yerde hareketsiz kalarak onun gelmesini bekliyordum. Ama en son kapıyı kilitlemeyi bırakmasından beri onu sadece bana su ve yemek bırakması haricinde görmüyordum.
Alnımı dizlerime yaslamış vaziyette öylece otururken kendi kendime bir şarkı mırıldanıyordum. Müzik bu hayatta belki de bağlı kaldığım tek şeydi ve ondan bile uzaktım burada.
Her zamanki adım sesleri kulağıma ulaştığında bir beklenti içinde olmadığımdan hareket bile etmedim.
Çok geçmeden kilit sesi kulağıma ulaştığında işte bu ilgimi çekmişti. Kafamı dizlerimden kaldırıp açık olan kapıya baktım. Çok geçmeden iri beden kapının önünde belirmişti.
"Yemeğini yememişsin?" diye sordu, omzunu duvara yaslayarak.
Cevap vermedim. Konuşmak istemiyordum. İstemeyi bırak, artık gücüm yoktu.
"Cevap vermeyecek misin?" diye sorduğunda yine sessiz kaldım. Böylece yanıma doğru adımladı. Elleriyle saçlarımdan kavradı.
"Bana cevap ver." diye sinir olmuş bir şekilde söyledi. Sustum. Bu onu daha da öfkelendirdiğinde bana bir tokat atmıştı. Yanağım anında tokatın şiddetiyle yanarken gözlerimi kapattım. "Gitmek istiyorum." dedim sadece. "Gitmek..."
"Gitmek istiyorsun?" Kaşlarını kaldırdı. "Seninle bir anlaşma yapmamıza ne dersin?"
Gözlerimi kırpıştırarak baktım ona. "Nasıl?"
"Ben senden bir şeyler isterim. Sen yaparsın ve bu benim hoşuma gider. Ve kredin dolduğunda dışarı çıkmaya hak kazanırsın?" Saçımdaki ellerini geri çekti.
"Gitmek istiyorum." diye tekrarladım kendimi.
"Söyleyince anlamamış olabilirsin o yüzden pratiğe dökmeni sağlayacağım."
"Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordum çaresizce. Kumrala dönük sarı saçları, buğday teni ve kahve gözleri vardı. Bir seksen boylarında, yapılı bir adamdı. Hatta her geçen gün sanki daha da büyüyor gibiydi vücudu. Ya da ben onu gözümde büyütüyorum.
"Burada olmanın bir sebebi var, değil mi? Her ne kadar sen bilmiyor olsan da." Tatlı bir şekilde gülümsedi. "Yaşattıklarını yaşamanın değil... Hayır tam olarak öyle değil ama... Hatırlatmanın zamanı geldi gibi. Sence de, değil mi?"
"Neden benimle böyle uğraşıyorsun? Ben kimseye bir şey yapmadım. Yemin ederim yapmadım."
"Her neyse." Elini havada salladı önemsizce. "Kredi notlarını ben kendim puanlandıracağım ve öncelikle görevinin ne olduğunu öğrenmek ister misin?" Ona uyum sağlamaktan başka şansım olmadığı için kafamı salladım sadece.
Delinin tekiydi. Mecburdum.
"O halde soyun."
Anlamamış bir şekilde ona baktım. Soyun mu...
"Ne bakıyorsun öyle? Buradan çıkmak istemez misin? İlk adımını yapmanı söylüyorum sana şimdi. Kabul etmezsen... Hım... Önümüzde çok uzun bir zaman var. Ben sabırlı bir insanım. Eh, biraz şiddet kullanmaktan çekindiğim de söylenemez."
Elimi enseme attım ve günlerdir üstümde olan tişörtü çıkarıp kenara bıraktım. Bakışlarımı kaldırıp ona baktım, beni izliyordu.
"Evet, devam et." Ayağa kalktığımda her ne kadar başım dönse de parmaklarımla pantolonumun düğmesini çözüp fermuarı açtım. Gözlerimi sıkıca birbirine bastırırken iç çamaşırımla birlikte pantolonumu aşağıya indirdim.
"Iğh, iğrenç." dedi tiksinircesine. "Böyle rezil bir vücudun içinde nasıl yaşıyorsun?" Gözlerimi açıp ona baktım. Suratını buruşturmuştu. Gerçekten... tiksinircesine bakıyordu. "Kemiklere bak. İskeletten farkın yok."
Utanarak gözlerimi kaçırdım. Bu hayatım boyunca duyduğum ve artık alıştığım bir cümleydi galiba. Zayıftım, her zaman. Şimdiyse hayatım boyunca olduğum en zayıf halimdeydim belki de. Kolumun ve bileğimin kalınlığı neredeyse aynıydı.
"Yeter, lütfen." dedim. "Lütfen..."
"Arkanı dön."
"Ne yapacaksın?" dedim, korkuyla.
"Dediğimi yap."
"Hayır, yapma. Olmaz."
Dibime girip eliyle sertçe boğazımı sardı. Gözlerimin içine bakarken, "Sana dediğimi yap." diye sert sesiyle söylediğinde yutkundum. Parmakları boğazımı sıktı, nefes alamıyordum. Elimi eline sardım ama bunu yapmamla daha sıkmıştı. Korkuyla kafamı aşağı yukarı salladığımda geri çekildi.
Bir şey demeden hızlıca arkamı döndüm. Gözlerini vücudumun üstünde hissediyordum. Gözümden bir damla yaş aktı.
"Dizlerinin üstüne çök." Sesimi çıkarmadan dizlerimin üstüne çöktüm. "Domal ve kalçanı ayır."
"Lütfen." dedim ağlamama engel olamayarak. "Yapma bana bunu, nolursun. Yalvarıyorum."
"Dediğimi yap."
"Yalvarıyorum." dediğimde hemen yanımda durup ayağındaki kalın botlarla karnıma bir tekme savurdu. Acıyla iki büklüm olduğumda acımadan art arda birkaç kez daha vurdu.
Karın boşluğuma gelen darbelerle nefesim kesilmişti. "Laflarımı ikiletme." Ağlamaya devam ederek yanağımı zemine yaslayıp ellerimle kalçamı tutup ikiye ayırdım.
"Hım." dedi memnun sesiyle. "Aferin. O kadar da zor değilmiş, değil mi?" Sesimi çıkarmadım. Gözyaşlarım beton zemine akarken botunu kalçamın arasına yerleştirdi. Hafifçe bastırdığında biraz daha öne yatmıştım.
"Aferin." dedi tekrardan. "Bunu kredi notuna yazıyorum."
Ve adım sesleri uzaklaştı. Dıştaki kapının açılması ve kapanması sonrası hızlıca cenin pozisyonu alıp gözlerimi sıkıca yumdum.
Bir şekilde birinin beni bulması için yalvardım. Bir mucize olması ve buradan kurtulmak için... yalvardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CANİ (GAY) (+18)
General Fiction(tamamlandı) Stockholm sendromu. +18'dir. Yaşı tutmayanlar gelmesin.