Ecrin gittikten sonra Görkem'le uzunca bir süre mesajlaştım. Böyle umulmadık bir anda mesaj atması beni sevindirmişti. Her attığı mesajda ayrı bir heyecan hissettim. Onun mesajlarına cevap verirken kelimelerimi özenle seçmeye dikkat ettim.
Şu an sabahın beşi. Çok kısa bir süre sonra güneş doğacak. Ve ben Görkem'le sıcacık yorganımın altında mesajlaşmaya devam ediyordum. İyi ki on bin sms paketi yapmıştım. Genelde her ay bu paketi yapardım ve yaklaşık sekiz bin sms hakkım hiç kullanılmadan boşa giderdi. Çünkü mesaj atacağım çok fazla kişi yoktu.
Sohbetin başında onun da paket yapmasını söyledim. Fakat buna gerek olmadığını vurgulamıştı. Ona faturasının bu yüzden kabarık geleceğini dile getirdiğimde, bunu kafama takmamı söyledi. Bu çok fazla uzatılacak bir konu değildi. Kendi kararıydı.
Sabaha kadar ikimiz de kendimizi yazarak birbirimize tanıtmaya çalıştık. Yazarken elimden geldiğince dürüst oldum. Onun bana yalan söylemeyeceğine zaten inanıyordum. Mesaj yoluyla onun birçok şeyini öğrendim. İkimiz de kendimizi uzun uzun yazarak anlatmadık birbirimize. O bir soru sordu, ben bir soru sordum. Sorulara verilen cevaplarla kendimizi tanıtıyorduk birbirimize. Gece boyunca sorular sorulup, etkileyici cevaplar yazılırken kendimi ona ifşaladığımı biliyordum. Fakat bundan zerre kadar rahatsızlık duymadım.
Ona güveniyordum.
Her yeni soru, kendimize ait kişisel bilgileri birbirimize aktarmamıza yardımcı oldu. İlk sorulan sorular sıradandı. Hangi rengi daha çok seversin? Ayda kaç kitap bitirirsin? Kahvene kaç kaşık şeker atarsın? En sevdiğin müzik hangisi? En başarılı bulduğun yazarın adı ne? İlerleyen saatlerde daha da kişisel sorular sormaya başladık ikimiz de.
Siyah mı, beyaz mı?
Soruyu soran bendim. O yüzden Görkem cevap verdi.
Siyah. Çünkü beyaz çabuk kirlenir ve bazen o kirler kolay çıkmaz.
Tabii ki bu cevabından kıyafetine bulaşan lekelerden bahsettiği düşünmedim. Lekeler derken neyi kast ettiğini çok iyi anlamıştım. Aynı soruya benim de cevap vermemi istemişti.
Beyaz, dedim. Çünkü siyah ne kadar beni saklasa da onun içinde boğuluyorum.
Benden sonra o bir soru sordu.
Korku mu, heyecan mı?
Bu sefer cevap vermesi gereken bendim.
Her iki duyguda da belli bir düzeyde adrenalin mevcut. Fakat ben heyecan diyorum. Heyecanın ardından başka duygular da meydana çıkar. Mesela mutluluk.
Ben de kendisine aynı soruyu cevaplamasını ve bundan sonra sorulan soruların ikimizin birden cevaplamasını söyledim.
Bence korku. Çünkü korku tehlikenin bir parçası ve ben tehlikeye bayılırım.
Bu tarz cevaplarla kendimizi birbirimize yeterince anlattığımızı düşünüyordum.
Grinin yanına siyah mı daha iyi gider, yoksa beyaz mı?
Görkem: Bence her ikisi de gider.
Ben: Aslında gri tek başına çok asil duran bir renk. Onun yanına ne boğucu siyah ne de masum beyaz yakışır.
Buz mu, ateş mi?
Ben: Her ikisi de insanı yakar. Ateş sıcaklığıyla buz ise soğuğuyla yakar. Her ikisi de tercihim değil.
Görkem: Ateş hem yakar hem ısıtır. Sıcak şeyler her zaman ilk tercihim olur.
Allah'a inanmak mı, ateistlik mi?
Ben: Allah'a inanmak. Kendimi bildim bileli bir ilahi güce inanıyorum. Bizden daha üstün ve asla anlayamayacağımız bir gücün var olduğunu hissediyorum. Birisinin bizi en yukarıdan gördüğüne inanmak bana huzur veriyor. Çünkü kimin doğru kimin yanlış şeyler yaptığımı bilen birisi var ve elbet onlara ödülünü ya da cezasını verecektir.
Görkem: Ne kadar da korkakça. Sen doğru ve yanlışı biliyorsun. Beynimizi biraz daha çalıştırmayı öğrensek istediğimiz her şeyi yapabileceğiz. Hani, "Asla anlayamayacağımız bir gücün var olduğunu hissediyorum," diyorsun ya, beynimizin yüzde ellisini veya daha fazlasını kullansaydık anlamayacağımız tek bir şey bile olmayacaktı. Ve beynimizi kullanamama sebebi, bence, duygularımız. Duygular, bizim zeka seviyemizin artmasını engelliyor. Ayrıca etrafta olan her şeyin belli bir varoluş sebebi vardır. Ancak bunları yaradan birisi var mı gerçekten, orası benim açımdan kocaman bir soru işareti.
Bu cevabı karşısında çok şaşırdım ve yazacak bir cevap bulamadım. Uzunca bir süre düşündüm. Aslında yazdıklarında neye inanmak istediği açıktı. Bunun üzerine kendisine başka bir soru sordum ama sadece onun cevaplaması için sorulan bir soruydu bu.
Peki, madem Allah'a inanmıyorsun o zaman ölünce nereye gideceğimizi düşünüyorsun?
Onun bu cevabı beni yine şaşırmıştı.
Ölünce bir yere gideceğimizi düşünmüyorum. Bana göre ruhumuz ölümsüzdür. Ruhumuza kukla olan bedenimizin kalbi atmaz olunca ruh bu bedenden çıkar ve sonsuz bir boşlukta süzülür gider.
Bana yazdığı her cevapta biraz daha şaşırıyordum. Ve yine sadece onun cevaplayacağı bir soru daha sordum.
Ölünce ölümsüz olacağını mı iddia ediyorsun?
Kesinlikle. Sadece bir kez öleceğim. Ondan sonra bir daha ölmek yok. Ayrıca prenses, ben, bu kirli dünyada cirit atarken, sen, kendi cennetinde, Allah'ın yanında olacaksın.
Bu cevabının ardından kendisini rehberime "Ölümsüz" olarak kaydettim. Ayrıca yazdığı cevaptaki alayı görmezden geldim. Sorular güneş doğana kadar havada uçuştu. Bunun gibi daha bir çok soru sorduk birbirimize.
Okumak mı, yazmak mı? İyi birisi mi, yoksa kötü birisi mi olmak? Gül mü, papatya mı? Çay mı, kahve mi?
Her bir soruya itinayla cevap yazdım. Fakat artık daha fazla mesaj yazmaya gücüm kalmamıştı. Pili biten bir fener gibi heyecan ışığım sönmüştü. Gözlerimi zorla ekrana çeviriyordum. En son sorulan soruya cevap yazmasını bekliyordum. Kesinlikle uzun bir cevap atacaktı. Çünkü sorduğum soru çok derindi ve bunu iki cümle ile kısaca özet geçeceğini düşünmüyordum.
Göz kapaklarım iyice ağırlaşmıştı. Bir yandan uyumak istiyordum bir yandan da bu konuşmanın burada bitmesini istemiyordum.
Daha fazla dayanamadım. Gözlerim bana isyan ederek kapandı ve çok derin bir uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümsüz
Mystery / ThrillerÖlümsüz olmak sadece bize mahsustu. Biz, bu kirli dünyanın fani insanlarından farklıydık. Biz ölümsüzdük. İkimiz de sonsuza dek yaşayacaktık. Fakat ben cennette yaşarken, o, bu kirli dünyada yaşayacaktı. ∞ ©Tüm hakları saklıdır. Yazarın izni...