14

1K 269 8
                                        

"Kelimeler olay değildir. Sadece olayları yansıtırlar."

-Noam Shpancer

Aklımdan geçen iki kelime vardı: Korku ve acı.

Korku zihni öldürür.

Acının büyük bir kısmı zihindedir.

O sesi tekrar duyduğumda ölmek istedim. Bu ses neydi, neyin nesiydi, zihnime nasıl girmişti? Olan biten hiçbir şeye anlam veremiyordum. Delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Sahiden delirmiş olabilir miydim?

Artık birilerine bu sesten bahsetmek istiyordum. Birinin bana bunun ne olduğunu açıklamasını, bu durumdan kurtulmama yardım etmesini bekliyordum. Dehşete kapılmıştım. Bedenim titriyordu. "Yeter artık!" diye bağırdım arabanın içerisinde.

Birkaç dakika hiçbir şey düşünmeden sadece boşluğa baktım. Kendime geldiğimde yanaklarıma süzülen gözyaşlarını hissettim. Elimin tersiyle onları sildim ve arabayı çalıştırdım. İçimdeki panik hissiyle eski psikologum olan Merve Hanım'ın kliniğine sürmeye başladım.

Arabayı sürerken aklımdan milyonlarca düşünce akıp geçti. Merve Hanım'ın yanına gittiğimde duyacaklarımdan korkuyordum. Deli olduğumu öğrenmek istemiyordum.

Kliniğin önüne arabayı park ettiğimde bedenim hâlâ titriyordu. Arabanın içinde öylece oturdum ve düşünmeye başladım. İçeri girip olan her şeyi Merve Hanım'a anlatabilirdim ya da evime gidip hüngür hüngür ağlayabilirdim. Bu iki seçenek arasında sıkışıp kalmıştım. Ne yapmak istediğimden emin değildim.

Ben gerçekte ne istiyordum? Bu sesin ne olduğunu öğrenmek mi yoksa gerçeklerden kaçmak mı? İçim içimi yiyordu. Ölesiye bir istekle bana neler olduğunu öğrenmek istiyordum ama bir yandan da korkuyordum. Deli olmaktan korkuyordum.

Ani bir kararla arabayı çalıştırdım ve hızlı bir şekilde park yerinden çıktım. Çılgınca arabayı sürüyordum. Benim kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı ve bunu nasıl başaracağımı çok iyi biliyordum. Arabayı sürerken adına bile bakmadığım bir kitapçının önünde durdum. Ellerim titreyerek araban indim. Göğsümde acayip bir baskı vardı. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ancak bu çabam pek işe yaramadı.

Kitapçıya girdim ve hemen psikolojik kitapların bulunduğu bölüme doğru yürüdüm. Kitapların adına bile bakmadan kapağına göre birkaç kitap aldım. Kasiyer adam bana garip garip baktı. Onun bakışlarını umursamadan birkaç tane daha kitap aldım ve kasaya doğru ilerledim.

"Vay, çok hızlı seçtiniz," dedi. Cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan suratına baktım. Adam bu tavrımdan dolayı biraz gerginleşerek, "Toplam elli üç lira," dedi.

Cüzdanımdan parayı çıkarttım ve kitapları aceleyle kasanın yanında duran naylon poşetin içine topladım. Adam bana iyi günler derken bile suratına bakıp kafamı çevirdim ardından süratle arabama ilerledim.

Eve gidene kadar bedenim yine titremişti ama bu sefer daha kolay atlatmıştım bu titremeyi. Beni bu hale getiren sesi alay edercesine taklit ederek, "Merhaba Duru," dedim kendime. Ardından yüksek sesle kahkaha atmaya başladım. "Ben deliyim," diye bağırdım.

Eve geldiğimde başım dönüyordu. Saatlerce uyumak istedim ama bunu yapamayacağımı biliyordum. Beni rahatlatan tek şey kitap okumaktı ve bu yüzden yeni kitaplar almıştım.

Rast gele bir kitabı açtım ve okumaya başladım. Aradan bir saat geçmişti ve kitapta "Geçmişe ışık tuttuğunda ne görüyorsun?" yazıyordu. Biraz düşündüm. Önce sorudaki kelimelerin yerlerini zihnimde değiştirdim ve soruyu daha iyi anlamaya çalışırcasına tekrar ettim.

Geçmişe ışık tuttuğumda ne görüyordum?

Ölen annemi ve intihar eden babamı görüyordum. Bozulan düzenimi görüyordum. Daha da kötüsü aslında karanlıkta boğulduğumu görüyordum. Ben karanlığın tam ortasındaydım. Bir zamanlar aydınlığa ulaştığımı sanmıştım ama ben hep karanlıktaydım. Karanlık beni içine çekiyordu ve dışarıya çıkmama izin vermiyordu.

Boğuluyordum.

Boğuluyordum.

Ve ölüyordum.

Yavaşça...

Sessizce...

Geçmişime baktığımda küçük bir kız çocuğunun yıkılan hayallerini görüyordum. Hayallerim yıkılmıştı. Hayat acımasızca yıkmıştı onları. Önce annemi sonra da babamı aldı elimden. Hayatın bana oynadığı oyundan nefret ediyordum. Hayattan nefret ediyordum. Her şeyden nefret ediyordum artık.

Canınızın acıması için illa birisinin hayatınızdan çıkıp gitmesi gerekmiyor. Hayatta acıtır insanın canını.

İnsanların geçmişlerini düşünüp durdum. Bu sorunun bir cevabı olmalıydı ve ben de bu cevabı bulmak istiyordum. Derin düşünceler içerisinde cevabı aradım.

Geçmişimiz önemliydi çünkü insanların geçmişleri bugünkü kişiliklerine tutulabilir ışıktı. Geçmişimiz bizi şimdi bulunduğumuz noktaya getiriyordu. İnsan kaçamazdı geçmişinden. Dönüp bakardık geçmişe, iyi ve kötü anılarla kaplıdır orası.

Benim geçmişimde sadece kötü anı vardı. En son ne zaman içten mutlu olduğumu bile hatırlamıyordum. Evet, Görkem'le mutluydum ama hiçbir şey ailemle mutlu olduğum kadar mutlu edemezdi beni.

Ruhum katran rengiydi. İçim ise paramparça...

Yaşamak ile ölmek arasındaydım.

Başlangıç, yeniden yaşamak mı yoksa ölmek miydi? Kim bilir belki de ölüm sadece bir başlangıçtı.

ÖlümsüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin