9

1.4K 314 11
                                    

Küçükken sınıf öğretmenimiz bize paragrafa başlamadan önce nasıl satır başı yapacağımızı söylerdi. Defterin üzerine önce işaret parmağımızı koyup sonra da parmağımızın yanından yazmaya başlamalıydık. Bunu öğrenmek ve satır başı yapmayı daha kolay alışkanlık haline getirmek için yapardık.

Şimdi hayatımla ilgili yeni bir paragraf yazmaya başladım. Satır başı yapmak için parmağımı defterin üzerine koydum ve parmağımın yanından yazmaya başladım. Kalemin siyah mürekkebiyle deftere keskin darbeler atıyordum. Sanki deftere bir şeyler yazmıyor onun yerine karmaşık desenler çiziyordum.

Parmağımı çekince deftere bulaşmış olan kanı gördüm. Defterin üzerindeki kan, parmak izimin şeklini almıştı. Parmağıma baktım. Fakat tek gördüğüm şey iri yağmur damlası gibi yere düşen kandı. Neden parmağımdan bu kadar kan çıkıyordu ve daha da önemlisi parmağıma ne olmuştu?

Parmağımı hareket ettirdim ancak ağrı veya sızı hissetmedim. İşaret parmağımı başparmağıma bastırdım. Fakat yine bir ağrı hissetmedim. Gözlerimi kapadım. Kan görmeyi sevmiyordum. Derin bir nefes aldım. Sanki aldığım nefes bana yetmiyordu.

Gözlerimi açtığımda bulunduğum mekân değişmişti. Havanın yavaş yavaş kararmaya başladığı ve ayazın hakim olduğu bir ormandaydım. Bu nasıl oldu? Bir anda bu ormana nasıl gelmiştim?

Etrafımı incelemeye başladım. Ağaçların arasına doğru uzanan bir patika vardı. Patikaya baktım. Patikayı oluşturan taşların arasında yabani otlar vardı. Hâlâ bir anlam veremiyordum bütün bu olanlara. Belki de yanlış soruları soruyordum. Buraya nasıl geldiğim önemli değildi. Asıl önemli olan şey burada bulunma sebebimdi.

Ayaklarımın altında uzanan patikada yürümeye başladım. Ağaçların arasından esen rüzgâr uğultu çıkarıyordu. Ayrıca rüzgâr bedenime çarptıkça soğuk hava tenimi yakıyordu. Kollarımı bedenime sardım. Belki biraz da olsa soğuktan korunurum diye yaptım bunu. Hâlbuki bunun bir işe yaramayacağını biliyordum.

Patika yolda ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama bir türlü bu yolun sonu gelmiyordu. Pes etmek üzereydim. Arkama dönüp kat ettiğim yola bakmak istedim. Arkamı döndüğümde gördüğüm tek şey bir uçurumdu. Patika falan yoktu.

İlk önce gözlerime inanamadım. Mekân yine değişmişti. Dehşet içinde uçuruma uzun uzun baktım. Birkaç adım uçuruma doğru yürüdüm. Havada asılı duran bir sis tabakası vardı. Uçurumun kenarına geldiğimde uçurumun aşağısına baktım. Hiçbir şey göremiyordum. Bir an ayağım kayacak diye korktum. Bir kez daha baktım uçurumun aşağısına. Yine gözlerimi kapattım. Gözlerimi açmak istemiyordum artık. Yine başka bir yerde olmak istemiyordum. Maalesef gözlerimi tekrardan açtım. Fakat bulunduğum ortam değişmemişti. Yine uçurumun kenarındaydım.

Yavaşça yere oturdum. Etrafa ölümün sessizliği egemendi. Sessizlik, bazen en büyük cevaptır. Belki de bütün sorularımın cevabı sessizlikti. Orada öylece oturmuş sessizliği dinliyordum. Birden elim pantolonumun cebine gitti. Cebimden çıkarttığım şey bir fotoğraftı. Ortadan ikiye katlanmış bir fotoğraf. Fotoğrafın katlanan yerini açıp baktığımda içime ağır bir hüzün çöktü.

Fotoğrafta ben, annem ve babam vardı. Annemin kanser olduğunu öğrenmeden önce gittiğimiz bir piknik gezisinde kareye alınmış bir hatıraydı. Anneme baktım uzunca bir süre. Gözlerindeki mutluluk bariz bir şekilde ortadaydı. Uzun siyah saçlarını ortadan ikiye ayırmış, o berrak gülümsemesiyle objektife bakıyordu.

Parmağımı annemin yüzüne götürdüm. "Seni çok özledim." Gözyaşlarım birikti gözlerimde. Boğazımda canımı acıtan bir düğüm oluştu. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum.

ÖlümsüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin