1. Bölüm

192 6 0
                                    

Bugün atandım.

Atanmanın ne kadar zorlu bir süreç olduğunu bilenler için bu olay büyük bir mutluluk vesiledir. Benim için de öyle olması gerekirdi, biliyorum. Ama mutlu olmak şöyle dursun heyecan bile hissedemiyordum. Kalabalık bir kafede oturup soğumaya yüz tutmuş çayıma bakıyorum. Dışarıda sağanak bir yağış var. İnsanların bir kısmı şemsiyeleriyle sakin sakin yürürken, bir kısmı da hazırlıksız yakalandıkları yağmurdan korunmak için koşuşturuyorlardı. Bazıları ellerini saçlarına siper ederken aralarından bir kaçı da büyük ihtimalle okul kitapları olan sırt çantalarını başlarının üzerinde tutup kalabalığın içinden hızla sıyrılıyorlardı. Bunlar lise öğrencisi olmalı diye düşündüm çünkü bir yetişkin yağmurun altında böyle pervasızca koşmazdı. Bu ancak kitaplarda ve ucuz yabancı filmlerde olurdu, böyle kitapları okumayı hiç sevmez filmleri de yarıda kapatırdım.

Çayımı alıp yudumlarken buz gibi olduğu için yüzümü ekşittim, sıcakken dünyanın en güzel nimetiymiş gibi hissettiren bir içecek soğuyunca nasıl da sevimsizleşiyor. Bu düşünce aklıma hep kaçmaya çalıştığım başka düşünceleri getirdi bu defa. Ben de soğuk bir insandım, önceden dünyanın en neşeli insanı olmasam da çoğu insan gibi arada bir kahkaha atan, bundan daha sık bir şekilde tebessüm eden biri olduğum su götürmez bir gerçekti. Acaba ben de bu çay gibi sevimsizleştim mi diye düşünmeden edemiyordum. Sanki bardağı çok ilginç bir varlıkmış gibi incelemeye başlamıştım.

Acaba her şey nasıl başladı? Neden böyle oldum? Bu soruya kendim bile cevap veremezken doktorlardan nasıl medet umabilirdim ki. Bu karın ağrısı, baş dönmesi, kol kırılması gibi bir şey değildi sonuçta. Kimse gözüyle göremezdi ruhumda olanları. Kime, nasıl kendimi açıklayabilirdim. İçimde bulunduğum durumu kendime bile açıklayamıyordum ki üstelik.

Düşüncelerimden yanıma gelen güler yüzlü garsonun tiz sayılabilecek sesiyle sıyrıldım. "Hanımefendi başka bir isteğiniz var mı? Çayınızı tazeleyeyim mi?"

Acaba isteyerek mi bu işi yapıyor diye düşündüm. Güzel, genç bir kız. Başka bir işte çalışmak istemez miydi, yaptığı işten memnun muydu? Bu gülümsemesi gerçek miydi yoksa kasada patron gibi gözüken göbekli adamın işçilerine yaptığı baskının eseri miydi? "Bana ne oluyorsa" diye mırıldandım. Kıza dönüp başımı olumsuz anlamda salladım. Canım konuşmak istemiyordu. Aslında bir çay daha isteyip büyük ihtimalle daldığım düşüncelerle onu da soğutabilirdim ama eve gidip eşyalarımı hazırlamam gerekiyordu. Ailem çok mutluydu; annem, babam, abim, ablalarım. Onlar çok mutluydu ben de çok iyi mutlu taklidi yapıyordum. Sorunsuz bir aile ilişkisi.

Masanın üzerine yüz lira bırakıp sandalyeye asılmış çantamı alıp omzumdan çapraz bir şekilde takıp çantanın altında kalan şalımın uçlarını dışarı çıkardım. Bir çay için yüksek bir ödeme yapmış olsam da atanmıştım, geleceğe dair bir planım yoktu. Kazandığım parayı harcayacak bir yerim de yoktu. Üstelik bu kıza samimi olup olmadığına dair hiçbir fikrim olmasa da tebessümü için teşekkür etmek istedim. Hem öğrenci hem çalışan biri için bahşiş kuru bir teşekkürden çok daha iyiydi. Giderken "Kitaplarını gördüm, finallerde başarılar dilerim." diye konuştum bir düz bir sesle, nazik olmaya çalışsam bile ister istemez sert üslubum bir yerlerden fırlayıveriyordu işte. Genç kız ise bu defa samimiyetinden şüphe duymayacağım büyük bir tebessüm sergiledi. "Çok teşekkür ederim, yine bekleriz." Kafamı aşağı yukarı sallamakla yetinip cam kapıya yöneldim. Kapıdan çıkarken ise kasadaki göbekli patrona da sert bir bakış atmayı ihmal etmemiştim. Yıkılmaz ön yargılarım ve ben yine iş başındaydık işte.

2 hafta sonra

Ailem beni yerleştirdikten sonra geri dönmüşlerdi, Erzurum'un bir ilçesinin Anadolu Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni olarak hizmet edecektim artık. İçsel bunalımlarımı, sıkıntılarımı çocuklara yansıtmamak için elimden geleni yapacaktım. Benim buhranlarım üzerinden bir genelleme yapıp yanlış bir yargıya varmaları isteyeceğim en son şeydi. İlk günü çocuklarla daha doğrusu gençlerle tanışarak tamamlamıştım. Çocuklar dememe içerledikleri için sık sık kendime onların çocuk olmadığını hatırlatmak zorunda kalıyordum. Neşeli, zeki ve hırslı çocuklardı hepsi. Affedersiniz, gençler. Bir zamanlar ben de onlar gibi hırslı ve çalışkandım belki de daha fazlası. Ama lise son sınıfta beni pençesine alan bu depresyon istediği yerden alıp başka yerlere sürüklerken çoğu şeyi de ardımda bırakmama sebep olmuştu. Alışmıştım, alışıyordum. İnsanın her şeye alışacabileceğine inanıyordum.

Son ders zilinin çalmasıyla birlikte öğrenciler neşeyle yerlerinden fırlamıştı. Erkeklerin futboldan, kızların ise isimlerini duymuş olsam dahi birbirinden büyük ihtimalle ayırt edemeyeceğim makyaj malzemelerinden bahsettiğini duyuyordum. Ben kitaplarımı ve kalemlerimi toplarken önümden geçen her öğrenci bana "İyi akşamlar hocam" deyip gülümsüyordu. Bu yaşlarda öğrencilerin öğretmenlerinin tavırlarına çok önem verdiğini bildiğim için her birine tek tek cevap veriyordum. Bu kadar konuşmak beni şimdiden yormuştu bile. Hemen evime gidip güzel bir film izlemek için sabırsızlanıyordum. Sanki bu yer değişimi bana iyi gelmiş, kendimi biraz daha canlı hissediyordum. Kendimi ne zaman iyi hissetsem sonra başıma kötü bir şey geleceği endişesine kapılırdım oysaki. Doktoruma göre bu yersiz bir endişeydi bana göre ise...

Birden büyük bir gürültü birden kulaklarımı doldurmuştu. Sınıfta tek ben kalmıştım, hızlı bir şekilde pencereye yaklaşıp camdan aşağı baktığımda gördüğüm manzara ile midem ağzıma gelmişti.

Bir öğrenci intihar etmişti. Ya da ben öyle sanıyordum.

Karanlıktan AydınlığaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin