6. Bölüm

55 6 0
                                    


Hiç bir şey olmasa dâhi bir şeyler oluyordu, hissediyordum. Hani insan hisseder ya. Battığını fark eder ama kendini kurtaracak gücü bulamaz bedeninde. Yardım bekler, yardım isteyemez; korkar bir şeylerden, yine de seslenemez. O duyguyu bilirsiniz belki, bilmemek daha iyidir ama bilirsiniz işte. Çünkü o noktadan sonra vazgeçer insan, kabullenir. Buymuş işte, der. Benim elimden gelen bu kadarmış. Ben buymuşum deyip çekilir kenara, çöker omuzları, bükülür dizleri. Bırakır her şeyi, herkesi. Vazgeçer mücadelesinden. Bilirsiniz işte, o noktayı geçince yaşamak,  yaşam olmaktan çıkar tükenmek olur. Tükenmek olur ve tüketmek.

Burnumda pekte hoşlanmadığım keskin bir koku, beyaz parlak bir ışık, kolumda, başımda ve midemde keskin bir acı. Nerede olduğumu anlayamadığım birkaç saniyenin ardından kolumda takılı serum ve sol bacağımda hissettiğim keskin bir acı ile yüzümü ekşittim. Olduğum yer çok açık ki bir hastane odasıydı. Vay be vurulmuşuz. Kurşun yarası da almadık demeyiz şu dünyada.

Olduğum yerde diklenmeye çalışsam da mümkün olmamıştı. Başım açıktı, zorlayarak dolaba ulaşıp hiç olmazsa başımı örtmek istiyordum. Üzerimde mavi bir hastane kıyafeti vardı. Kıyafetleri kokladım aslında temiz kokuyorlardı, yine de rahat değildim. Adını bile bilmediğimiz mikroplar bulaşacak bize bu kıyafetlerden. Kimler giymiş acaba daha önce? 

Zaten korkuyorum, sus.

 Kimse yok mu? Yalnız mıyım? Kim getirdi beni buraya? Ölebilir miydim? Beni öldürebilirler miydi? Ama neden, nasıl? İnşallah annemler duymamışlardır. Çok korkarlar, ben de korkuyorum. Gözyaşlarım istemsizce gözlerimden boşalmıştı. Burada yalnız, çaresiz ve yaralıydım. Şu dolaptan kıyafetlerimi alıp giyinmek istiyordum. Giyinip buradan gitmek, bir yerlerde saklanmak. Bir daha asla ortaya çıkmamak. Ashab-ı Kehf gibi bir mağarada üç bin yıl uyuyup sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanmak. 

Çok şey istiyorsun, ağlama.

İnsanın ağlamasının kendi iradesiyle olduğunu mu sanıyorsun sen? Kollarıma göz yaşlarıma sildim istemsizce. 

Ya gözlerine mikrop bulaşırsa, ne diye öyle sürüyorsun gözlerine. Kızım sen acayip salaksın.

"Sus yahu yeter sus! Duymak istemiyorum seni, bir kere olsun sus! Bir kere dinle beni ve sus!" istemsizce bağırmıştım. Şuan iyi değildim. Sevgili doktorum olsa bana bakıp gülümser ve ilaçlarımı neden almadığımı sorardı. İyi ki burada değildi. Onun o yapmacık gülüşünü görmek istemiyordum. Belki de o ilaçlar beni bu hâle getirmişti. Bunları bilerek mi bana yapıyordu, acaba bir şeylerden dolayı benden intikam mı almaya çalışıyordu? Artık kimsenin iyi niyetine inanmıyordum. Kapının hiddetle açılmasıyla kapanması bir olmuştu. Kim olduğunu göremesem dahi elim istemsizce üzerimdeki örtüye gitmiş, onunla başımı örtmüştüm. Çok geçmeden kapı bir daha açılmış hemşire olduğu belli olan bir kadın elinde bir poşetle gelmişti.

"Daha iyi misiniz?" dedi serumumu kontrol ederken, üzerimdeki örtüyü çekip bacağımı kontrol etti. 

"Yaranız çok daha iyi gözüküyor, doktor bey gelip bir daha kontrol edecek. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Dışarıdaki beyefendi telaşla yanıma geldi bir şeyler olduğunu söyledi, sorun mu var? Bir yeriniz mi ağrıyor?"

Kim ki bu dışarıdaki beyefendi?

Asla susmayacaksın değil mi?

Ben susarsam sen de susmak zorunda kalırsın.

"İyiyim, sadece bir rüya gördüm. Ne zaman çıkabilirim ve kıyafetlerim..."

"Doktor bey izin verirse eğer taburcu olabilirsiniz, serumunuz bitti." Elindeki poşeti bana uzatıp almadığımı fark edince kucağıma bıraktı.

Karanlıktan AydınlığaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin