4. Bölüm

78 6 8
                                    

Sevgili arkadaşlar, tek tük okunup beğeni ve yorum almasam da bu hikâyeyi yazmaya devam etmek istiyorum. Çünkü bu hikâye benim her zaman kaleme almak istediğim bir kurgu. Umarım satırlarımın birilerine seslendiği, seslendiğim satırlardan birilerinin bana dönüş yaptığı günler de gelecektir.

İyi okumalar, sevgiler... ❤


"Bugün sen çok gençsin yavrum, hayat ümit neşe dolu..."

Sabah hazırlanırken dinlediğim radyoda bugün bahtıma Cem Karaca'nın bu şarkısı çıkmıştı. Üniversitede bu parçayı çok dinlerdim, hayat neşe dolu değildi, ümit ise işte, belki... Ümitsizlik haramdı, biliyordum ama bazı şeyler vardı ki tamamen kontrolüm dışı gerçekleşiyordu. Yiyip, içiyor, nefes alıyor, uyuyor ama yaşamıyordum. Yaşamak istiyordum ama tutunamıyordum, yüreğim bir boşlukta asılı duruyordu. Atmıyordu ancak yerede düşmüyordu. Öylece bomboş duruyordu. Yüreğimin canlanmasını istiyordum ama canlı bir yüreğin insana nasıl acılar çektireceğini bilmiyordum.

Kapıdan çıkarken boy aynasında kendime baktım, güzel miydim? Çirkin değildim ama güzel de sayılmazdım sanırım. Boyum çok mu kısaydı, çok mu sıskaydım, yüzüm çok mu renksizdi? Gözlerim de dünyanın büyük bir çoğunluğu gibi kahverengiydi. Kahverengi gözlere şarkı bile yazılmazdı bu dünyada. O kız gerçekten çok güzeldi, Boyu savcının omzuna geliyordu, saçları, gözleri, düzgün fiziği ile Hollywood'dan fırlamış gibi bir hâli vardı. Peki ben sabah sabah bunları niye düşünüyordum. Üstüme gri uzun kabanımı alıp boynuma pembe atkımı sardım, sadece gözlerim görünüyordu. 

Erzurum'un soğuğuna alışamasam da seviyordum, sarıp sarmalanıp kimseler yüzümü görmeden okula gidebiliyordum. Birden aklıma gelen şeyle kendime hayret ettim. O mesajı nasıl unutmuştum. Tüm gece o hesaba mesajlar atıp cevap alamamış sabah uyandığımda ise ne o o mesajı ne de o hesabı bulamamıştım. Gördüğümün şeyin gerçek mi yoksa bir yanılsama mı olduğuna karar veremiyordum. Okuldaki öğrencilerin ağzını arasam onları korkutmuş olur muydum? Aklıma başka bir şey zaten gelmiyordu. En iyisi öğrencilere bu konu hakkında onları ürkütmeden sorular sormak olacaktı. 

Okula gittiğim an dersime ucu ucuna yetişmiştim.

"Günaydın arkadaşlar."

"Sağol!"

"Oturabilirsiniz."

Yoklamayı alıp sınıfı baştan aşağıya süzdüm. Acaba bu çocuklar arasında mıydı bana mesaj atan? Sadece onlara bakarak bir şeyleri anlamam mümkün değildi.

"Arkadaşlar, bugün sizinle ciddi bir konuda konuşacağım. Artık hiçbiriniz çocuk değilsiniz. Biliyorsunuz birkaç ay önce Elif arkadaşınızı kaybettik." 

İsmini söylerken dilimin uyuştuğunu hissettim. Bu okulda Psikolojik danışman ve rehberlik öğretmeni yok muydu? Neden öğrencilerle bu konuda konuşmuyordu, anlayamıyordum. Her gelenin eline aynı ders programını verip gönderdiğini fark ettiğimde bu konuyu müdürle konuşmak istemiştim ancak içimdeki karışmamam gerektiğini söyleyen bencil kıza kulak vermek işime gelmişti. Dünyayı ben mi düzeltecektim sanki, deyip geçiyordum. Bana göre benim derdim zaten bana yetiyordu. Ama bu olay... Elif'in ölümü çok farklı bir durumdu. Ve o mesaj. Eğer gerçekten biri daha ölürse ve buna mâni olamazsam kendimi nasıl da suçlu hissederdim.

Karanlıktan AydınlığaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin