Balamir Karnas
Acı, dünyaya geldiğimde benimle beraber göğüs kafesimin tam ortasında doğdu. Bu dünyada, önce kaybı öğrendim. Sonra, kaybın ertesinde gelen kâbusları. Çaresizlik neydi, en çok nerden gelirdi biliyordum. Bilmediğim şey, ummadığım anda ruhumu kilitlediğim odanın kapısını çalan yabancı hislerdi.
Öğrenmek istediğimi asla düşünmedim, sonra buğday sarısı saçların kokusu doldu burnuma. Cam mavisi gözlerindeki kırıklar dokundu kesmek istediğim bileklerime. Fark ettim ki, kapımı çalan yabancı hisler kötülüğün kılığına girmiş şeytanlar değildi. O hisler iyiydi, sahipsiz ruhuma kol kanat gerebilirdi. Acımasız dünyanın içinde, acımasız insanlar vardı ama o, onlardan değildi.
Öfke, denizin tuzlu suyu gibi genzimi yakıyordu. Başımdaki şiddetli ağrı, göz bebeklerimin büyümesine neden oluyordu. Bedenim, saatlerce kor ateşler için yanmış gibi sıcaktı. Zihnim durgundu ama hissettiğim öfke bu durgunluğu azdırıyordu.
Serçe, yoktu.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum, sayamıyordum. Kalbimdeki sızı, zihnime damarlardan ulaşan bir yol yaptı ve o yolda sinsice ilerleyen bir virüs baş gösterdi. Bu virüsü, vicdanım besliyordu ve şimdi çığlık çığlığa bağırıyordu. Plana uymamıştım ama plana uysaydım Güneş daha büyük bir tehlikeyle yüz yüze kalabilirdi. O adamı bu odadan çıkmadan yakalayabilirdik, eğer yapabilseydik şimdi özgür olabilirdik.
Uyandığım ilk andan beri konuştuğum tek alfabe, sessizlikti. Diğerlerin ne halde olduğu ne kadar şiddetle ağladığı, ettiği isyanlarla kulak çınlattığı umurumda değildi. Işıl'ın çırpınışları, sudan zorla alınmış bir balığın yaşama tutunması gibiydi. Güneş'i almasını engelleyemediği için onu suçlayamazdım ama bu hisse engel olamıyordum, suçluyordum ve öfkem her saniye daha da artıyordu.
Karnıma çektiğim dizlerime dayadığım ellerim sahipsizce yere sarkıyordu. Bileğimdeki zincirin ağırlığı, en çok vicdanıma baskı uyguluyordu. Zihnimin durgunluğunu azdıran öfkeyi durdurmayı başardığım an, yeni bir plan yapabilirdim. Ama durmuyordu, aklımdan geçen tek düşünce Ka denen adamı öldürmek ve bu oyunu kanla bitirmekti.
O bir katildi, ya da katilin bir kuklası.
"Söylemem gereken bir şey var," dedi Işıl hıçkırıkları arasından. Çaprazımda başını yere eğerek oturan Meriç'te benim kadar sessizdi. Yüzünü gizliyordu, gizliyordu çünkü sessizce ağlıyordu. Kaya güçlü görünmeye çalışsa da o da yıkılmıştı. Benden daha kötü hissettikleri ortadaydı, çünkü Güneş'in planına destek çıkan bu üç kişiydi.
Işıl'a cevap vermedim ama bakışlarım onun üzerindeydi. Siyah saçları, yüzü gibi darmadağındı. Ona baktığımı gördüğünde, bakışlarını kaçırdı, "Güneş," dedi yanağına süzülen bir damla yaşı hızla silerken, "O yaralı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serpilemeyen Tohumlar
Misteri / Thriller*Serpilemeyen Tohumlar "Tan Vakti" kitap oldu!* ⛓️ Gökyüzü, saklanmak ve kaybolmak arasında sıkışıp kalmış bedenler için yeryüzüne karanlığı armağan ettiğinde, bir tutku oluştu. Bu armağandan önce güneşin tek ve en can yakan sıcaklığı direnişin ayak...