3| castillo de arena

126 24 64
                                    


Öyle, veya öyle değil
Yalnız ama yapayalnız
Sadakat ve güven
Bendeki sen, benliğimden daha fazla

Bir kuşun kırık kanadında oturur gibiydim. Düşme tehlikesi yaşasam da hayallerim uğruna gözümü yummuştum, korkuyor muydum? Evet. Ama yine de hayatın beni götüreceği yerleri bekliyordum.

Onun beni tanımayışından sadece bir, sadece bir gün sonrasında yeniden karşımda bulmuştum onu. Tanrı sanki bizi kavuşturmaya ant içmiş gibi her yerde onu çıkarıyordu karşıma.

"Hanımefendi." Vücudumum yavaş ama hararetli bir şekilde sarsılması bile beni kendime getiremiyordu.

Sanki onu gördüğüm anda vücudum bütün işlevlerini yitirmiş, kimsesizler mezarlığına tıkılmıştı. O karşımdaydı. Tüm asaletiyle, kanıyla ve hatırlarıyla. Onu öylesine özlemiştim ki doya doya sarılmak, yahut hiç bırakmamak istiyordum.

Onunla son konuşmamız gelmişti aklıma, onu o gün ne büyük hayaller ile bırakmıştım küçük bir kız çocuğu iken. Geri döneceği günü hayal etmiştim. Şuan karşımda idi, evet. Ama o küçük Lisa'nın beklediği Tae daha başkaydı.

O büyümüştü. Hemde çok büyümüştü. Artık onunla oyunlar oynayabilir miydim? Bende büyümüştüm ve oyunların küçük çocuklar arasında oynandığını da biliyordum.

Ellerine daha sıkı sarılsaydım yine gider miydi? Bırakabilir miydi ki beni o gün? Ama şu bir gerçek ki Firavun'un onun için seçtiği bir görevdi, onu reddetme gibi bir seçeneği yoktu. Bu yüzden ne onu ne kendimi suçlayamazdım.

Temiz, üstünde bir kırışık bile olmayan beyaz keten gömleği ile büyüleyici görünüyordu. Onu ilk gördüğüm halinden daha kısa olan saçları arkaya itiştirilmiş alnı gün yüzüne çıkmıştı. Yüzündeki hafif sakalları da artık yerini kusursuz cildine emanet etmişti.

"Rosé, kolumu sarsman bir işe yaramıyor. Tokat atsana, belki o zaman kendime gelirim."

Rosé, hızla ellerini kolumdan çekip önünde toplayarak,"Benden böyle bir şey istemeyin hanımefendi." dedi.

Gözlerimi onun üzerinden çekip Rosé'ye baktığımda gözlerini yere eğerken bulmuştum.

Aramızdaki bu sınıf ayrımından nefret ediyordum. Tae'den sonra en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Çocukluğumdan beri yanımda idi ve Tae gittikten sonra onun yerini de o doldurmuştu. Ah! O büyük boşluk ne kadar doldurabildiyse işte.
Ona büyük bir teşekkür borcum vardı, yanımda olduğu için.

"Rosé," İsmini mırıldandığımda gözleri gözlerimi bulmuştu.

"Efendim hanımım."

"Sen beklemeden odama git lütfen, birazdan ben de yanında olurum."

Israrcı bakışlarım altında kaşları havalansa da sonradan dediğimi iki etmeyerek yanımdan ayrılmıştı.

Onun olduğu tarafa çevirdim başımı. Artık aramızda pek bir mesafe yoktu, çünkü ben burada öylece dikilirken onun ayakları görevini yerine getiriyordu.

"Tae!" diye seslendim adını. Artık bir yerden başlamam gerektiğini biliyordum. Onu her görüşümden sonra oturup ağlamak yerine ilk adımı atarak yeniden konuşacaktık maziyi. Ve belki de geleceği. Onun beni tanıyamadığı ortadaydı, en kötü ihtimal; belki de bir kardeşi olduğunu unutmuştu. İkinci seçenek kanımı donduruyorken ilk seçeneğe olanak vermeyi seçtim.

O ise yerinde durmuş seslenen ona kişiye, yani bana çevirmişti bakışlarını.

Kaburgalarım o bakışıyla iç içe geçerek kendi kendine bir ağıt yakmıştı. Nefesim daralmıştı ve ciğerlerim de nefes dilenir olmuştu.

espiral de mentiras | Lalisa 𓂀 [Düzenleniyor]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin