S1:C10

821 158 133
                                    


Mağaranın girişine vardıklarında Jisung hâlâ kolunu tutmakta olan adama baktı.

"Evet tut, tutmazsan sikeceğim çünkü."

Minho anlamsız bakışlarını diğerinin suratına diktiğinde Jisung sesli bir soluk verdi. Bu adam kendisini kesinlikle anlamıyordu.

Kolunun yeniden çekiştirilmesiyle mağaranın girişinden sarkan sarmaşıkları geride bırakarak karanlık koridorda yürümeye başladılar.

Jisung birkaç metre ötelerinde belli belirsiz yansıyan günün son ışığının izlerini görebiliyordu. Turuncu ışık kaynağı giderek sönüyordu, birkaç dakika içinde ay yönetimi alacaktı.

Bileğinden çekiştiren büyüğünün peşi sıra ilerlemeye devam ettiğinde kendini her bir tarafa yolu olan bir göbekte bulmuş gibiydi. Oldukları konumda ne tarafına bakarsa baksın ya odaya benzer girişler görüyor, ya da nereye gittiğini kestiremediği sayısız koridor görüyordu.

Oda dediği de kapıdan yoksun, giriş olarak bir çeşit oyuğa sahip taş yığınlarından fazlası değildi.

Böyle yerlerden birisinin girişine vardıklarında adam öncesinde bileğinde olan elini aşağı kaydırarak Jisung'un eliyle birleştirdi ve küçük bedeni kendisinin hemen önüne konumlandırdı.

Jisung çekildiği konumda odanın içerisini incelerken gözleri sabahki okçuyla buluştu. Koyu gözleri her an tetikte bir hâlde Jisung'u takip ediyordu. Oku görünürde yoktu ama etrafa yaydığı vahşi aura kendisini ürkütmeye yetiyordu da artıyordu bile. Dışarısı giderek kararırken kadının sarıya çalan gözleri parıldıyordu. Jisung'u izlerken sinir kat sayısı zorlanıyormuşçasına avucunu sıktı.

Ne olacağını korkuyla beklerken daha demin parmaklarını kavrayan elin omzuna çıktığını hissetti. Bu hareketin ardından kendisine bakan kadının gözlerindeki duygu belirtileri söndü, gergin vücut dili şimdi rahatlamış gibiydi.

Jisung omzunda bir el olmasının ne anlama geldiğini bilmiyordu fakat bu kadının kendisine olan bakışlarını biraz olsun yumuşatan her ne ise bunun için arkasındaki adama müteşekkirdi.

Gözlerini ondan tarafa çevirdiğinde adam kaşlarını hafifçe çatmış bir halde kadına bakıyor, sanki talimat veriyordu.

Parmaklarından biriyle şuan içerisinde bulundukları ufak odanın girişini işaret etti ve tüm diğer odaları da kapsayacak şekilde parmağını hareket ettirmeye devam etti. Sonrasında tüm parmaklarını bir kerede açıp kapatarak sanki elinde bir şey varmış da onu etrafa saçıyormuş gibi davrandı.

Diğerlerine de söylemesini mi ima ediyordu? Peki ya neyi?

Bekle, ya bu akşam Jisung'u yiyeceklerini ima ettiyse?

Bu kadının niye rahatladığını da açıklardı. Hem hoşlanmadığı tehlikeyi ortadan kaldıracaktı, hem de karnını doyurmuş olacaktı. Bir taşla iki kuş.

İçinde beliren korkuyla bir adım gerileyip arkasındaki adamın göğsüne çarptı. Burada kendisine biraz olsun nazik davranan tek kişi oydu. Elini kavradı, dolan gözleriyle kendisinden uzun kalan adama sarıldı.

"Nolur yemeyin beni, Allah aşkına yemeyin..."

Akmaya başlayan burnunu diğerinin çıplak göğsüne sürterek konuşmaya devam etti.

"... daha bu günde 3 öğün yemek yerine halter yemişsin gibi kocaman memelerine dokunacaktım."

Burnunu bileğine sürttü ve diğerinin göğsünü avuçladı.

"Ölmeden önce bunu yapmayı istemiştim."

Kadın diğerlerini umursamayıp hızlıca odadan ayrıldığında adam bakışlarını göğsünde bir şeyler söylerek ağlayan çocuktan yana çevirdi.

Niye göğsünde ağladığını anlayamadı. Yine anlam veremediği hareketler yapıyordu, susmak nedir bildiğinden şüphe ediyordu.

Galiba uykusu falan vardı da böyle sızlanıyordu. Bunu ancak kabilede yeni doğmuş bebekler yapardı. Halbuki önündeki genç yirmilerinin ortasında duruyordu.

Kendilerinden farklı olduğunun bilincindeydi ve onu yanına alırken bunu hesaba katmıştı ama uyku gibi önemsiz bir detaya karşı bile böylesine hassas olduğunu düşünmemişti.

Onu ilk defa gördüğünde gökten düştüğü sıraydı. Öğlen yemeğini hazırlamak için mağaranın girişinde toplanmışlardı, avlanmadan henüz yeni dönmüşlerdi ve adam alnından akan ter damlalarını hâla hissedebiliyordu. Ateşin başına oturmuş soluklanıyor, etrafı seyrediyordu.

Diğerlerinin yemeği hazırlamasını izlerken güneşli hava birden bulutlandı, giderek kararan bulutlar tek bir noktada sabitlendiğinde tüm kabile inanamayan gözlerle göğe çevirdi bakışlarını.

Birkaç saniyenin ardından oldukları mesafeden ne olduğu seçilemeyen bir şey düştü gökyüzünden. Olayı izlemekte olan çocuklardan birisi korkunca adam kadınlardan bazılarına çocukları içeri geçirmelerini söyledi.

Geriye kalanlar şaşkınlıkla orayı işaret ediyor, efendilerine dönüp ne yapmaları gerektiğini sorar gibi telaşla bakıyorlardı.

Gökten düşen şeyin ne olduğunu o da bilmiyordu, ömrü hayatında böyle bir şeye tanıklık etmemişti. O yerle buluştuğu anda tüm bulutlar yavaşça çekildi ve hava tekrar normale döndü.

Büyükannesinin anlattıklarını düşündüğünde bile buna benzer bir olay aklına gelmedi. O kadın yüz yıldan uzun süredir yaşıyordu ve hayatını buranın düzenine adamıştı. Sinesine çekilip yönetimi torununa devretmeden önce çok şey yapmıştı bu insanlar için.

Torunu doğarken gelini doğum sırasında vefat etmişti. Bu yüzden bu oğlan anne ne demek bilmeden büyümüştü. Yaşlı kadın onun için iyi bir ebeveyn olmaya çok uğraş gösterdi.

Fakat genç adam öksüz olmanın yanı sıra birkaç yılın ardından babasını da kabile savaşlarından birisi esnasında kaybedince doğumundan beri güler yüzlü olan küçüğü aniden değişmişti.

Kendisinin hemen peşi sıra gezmeyi bırakmış, içine kapanmıştı. Kadın ara sıra kaçtığı ormanın derinliklerine gidip ona eşlik ediyor, birkaç söz söyleyip cesaret vermeye uğraş ediyordu ama nafileydi.

Torunu birkaç ay çektiği yasın ardından kendisinin huzuruna gelip yönetimi devralmak için eğitilmeyi istediğinde bu kadar mutlu oluşu bu yüzdendi. Henüz sekiz yaşında olmasına rağmen gözlerindeki kararlılığı görüyordu büyükannesi.

○ ● ● ● ○ ● ● ● ○

Selamlar, selamlar!
Ficte bir anda geriye gitmeye başladık. Jisung'un bu tarafa geçişini bir de Minho'nun gözünden anlatıp kabile ve ortam hakkında biraz bilgi vermek istedim.

Next bölümde görüşürüz!!

Change the world || MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin