Yusuf'un demir kapıyı açmak için inmesi ile gözlerini dalgınca toprak yola dikti Yiğit.
Araçların kullandığı bu toprak yol kurumuş lastik izleri ile dolu olur ve çoğu zaman ot bitmezdi. Yağmurun ardından çamurla kaplanan bu yolun sonunda ise mavi demir bir kapı karşılardı onları.
Gelip geçen mevsimlerin ve üzerinden geçen kar, yağmur sularının etkisiyle boyası aşınan yer yer paslanan bu kapı yazın başında Fatma ve Yusuf tarafından güle eğlene boyanmıştı. Fatma anasından izin alıp üzerine çiçek resimleri de çizmiş çok mutlu olmuştu.
O büyük demir kapının yanında ise yaya olarak bahçeye girmek için daha küçük mavi bir kapı vardı. Girişin iki yanında yıllanmış ceviz ağaçları bulunuyor o cevizler vakti geldiğinde altına büyük bezler tutularak toplanıyordu.
İşte o geniş kapı demirin birbirine sürtündüğünde çıkan kendine has ses eşliğinde bir yana doğru açıldı. Yiğit kendine gelip traktörü tekrar hareket ettirdi. Geniş bahçeye girdiğinde kenarda durdurup anahtarı da alarak aşağı indi. Yine Fatma'nın elini tutarak inmesine yardımcı oldu.
Diğerleri daha gelmemişti muhtemelen. Evden ses seda çıkmıyordu. Tam o sırada küçük kapının ardından sesler gelmeye başladı. Herkes bir bir girdi bahçeye.
En son Fatih ağabeyi kapının önünde dikilip Yiğit'e döndü.
"Yiğit!" Elini kaldırıp çağırdı. "Gel!"Yiğit derin bir soluk alıp ağabeyine doğru yürümeye başladı.
"Ana siz geçin biz geliyoruz." dedi Fatih kadınların arkasından. Fadime dönüp oğullarına baktı. Şüpheyle kısıldı gözleri.
"Nereye gidiyorsunuz?"
"Az konuşacaklarımız var ana. Siz geçin geliriz şimdi."
"İyi bari." dedi Fadime. "Çay koyacak kızlar. Tez gelin."
Başını salladı Fatih. Avel avel yere bakan Yiğit'in kolunu tutup kapıdan çıkardı.
Yiğit ise o sırada bir çift mavi gözü düşünüyordu. Eve dönerken son anda tekrar göz göze gelmişlerdi. Dilruba utanarak bakışlarını kaçırmış Yiğit'e ise sırıtarak yapılan bir yolculuk kalmıştı.
"Lan!"
Omzuna koyulan bir el ile geldi kendine. Ve bu Mustafa ağabeyinden başkası değildi. Kendisinin benzeri olan kahverengi keskin gözlerini yüzüne dikmiş şüpheyle bakıyordu.
"He ağabey?" dedi hiçbir şey çaktırmamak için kendine gelmeye çalışarak. Fatih de tam arkalarında onları izliyordu sırıtarak.
Mustafa yemedi bu hamleyi. "Dedim ki kızın birine bakıp duruyordun hayırdır?"
"Yok ağabey!" diye hızlıca inkar etti Yiğit. Neden inkâr etmişti onu da bilmiyordu ya birden sorguya çekilmiş gibi hissetmişti kendini.
"Ne kızı?"Anlayışlı gözlerle baktı Mustafa. Bu konuda kolayca çözmüştü Yiğit'i. Çünkü bu zamana dek bir kadına başını kaldırıp baktığını görmemişti.
"Seviyor musun?"Bakışlarını hızla Mustafa'nın gözlerine çıkardı Yiğit. Orada gördüğü şefkatli parıltılar ile çözüldü birden.
"Çok mu belli ettim?"Gülümsedi ağabeyi. "Belli et oğlum. Babam sevginizi gösterin der hep bilmez misin? Eğer kızın da gönlü varsa gider isteriz ailesinden. Allah'ın izniyle kavuşursunuz. Dert etme."
Minnetle baktı Yiğit. Bunca zaman kalbinin bir odasında saklı tutmuş bir Allah'ın kuluna belli etmemeye çalışmıştı sevdiğini. Söyleyememişti. Oldum olası zorlanmıştı böyle şeyleri konuşmakta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZILCA
Historical FictionHafiften yaklaştı Yiğit. Bununla birlikte aynı anda geri gitti Dilruba. Yere bıraktığı bidona takılsa da Yiğit'e kalmadan toparladı kendini, azıcık utandı al al oldu yanağı. Öksürdü, soracağı sorudan emin olmayarak şöyle bir etrafta gezdirdi gözler...