Genç adam ıslık çalarak ıslak saçlarını geriye taradıktan sonra kahvaltı sofrasına geçti. Annesi her zamanki gibi herkesten önce kalkmış, tüm işleri halletmişti. Bardakları doldururken mutfağa giren aile fertleriyle kocaman gülümsedi. Annesi elini sıkıca tuttuğu kardeşini masaya yaklaştırdığında Azer uzun iki adımda yanlarına giderek kızı kollarının arasına aldı. Her sabah yaptığı gibi Şeydayı kollarının arasında döndürürken şen kahkahası annesini ve onlara katılan babasını gülümsetmişti. Kimliklerine göre Şeyda ve Azer arasında dört yaş vardı fakat zihinsel olarak aralarındaki yaş farkı daha çoktu. Genç kız Taşkın ailesinin göz bebeğiydi.
"Günaydın, prensesim."
Şeyda çocuksu bir mutlulukla avucuna kocaman öpücük bırakıp elini abisine doğru uzattı. Azer de karşılık olarak dudaklarını kızın alnına bastırdı. Sofraya yerleştirdiklerinde Meltem oğlunu saçlarının arasından öptü, Kemal de "Günaydın, aslanım," dedikten sonra baş köşeye geçti. İş yüzünden bir araya gelemedikleri sabahlar dışında günlük rutinleri böyleydi.
Azer alışkanlık haline gelmiş yeme şekliyle önündeki kahvaltılıkları bıçakla parçalara ayırıp bir kardeşine yedirdi, bir kendisi yedi. Son lokmayı ağzına atana kadar keyfine diyecek yoktu. Fakat babasının dudaklarından dökülenler öfkenin anında ruhuna yayılmasına neden oldu.
"Dün Demir mahalleye geri dönmüş."
Nefretinin odağı olan adamın ismi bile dişlerini canını acıtacak kadar sıkmasına neden oluyordu. "Şerefsizin yine burada ne işi var?" dediğinde kardeşi eline vurarak kötü söz söylememesi gerektiğini hatırlattı. Şeydadan özür dilese de dikkati tamamen babasından aldığı bilgideydi. "Ne diye dönmüş?" Sesindeki öfkeyi kontrol edemiyordu.
"Bilmiyorum ama seni uyarıyorum, Azer. Artık çocuk değilsiniz. Dalaşıp durmayın."
"Benlik bir durum yok. Çenesini kapatırsa işim olmaz. Yok, eğer kaşınırsa kaşırım."
Kemal derin bir nefes alarak elindeki bardağı masaya bıraktı. Demir Çalışkan mahallenin delikanlılarından biriydi. Nedenini bilmediği şekilde liseden beri oğluyla düşmanlardı ve ikisinin kavgaları ailelerine yaka silktirmişti. Üç yıl önce Demirin üniversite okumak için İstanbula gitmesi Taşkınlara da, Çalışkanlara da rahat soluk aldırmıştı. Şimdiyse anlamadıkları şekilde genç adam okulunu yarım bırakarak geri dönmüştü. Kemal delikanlıyı dün meydanda gördüğünden beri sıkıntılıydı. Oğlunun yeniden serseri gibi her gün kavga edip haftada en az üç kez karakolluk olmasını istemiyordu. Hoş, gözlerindeki öfkeye bakarken bu isteğinin ne kadar saçma olduğunu anlaması zor olmuyordu ya.
"Azer, ciddiyim. Artık iş sahibisin. Lisede değilsiniz. Bir rezillik çıkarsa müşterin azalır."
Tartışma uzamasın diye Azer başını sallayarak babasını onaylasa da ikisi de gerçeğin farkındalardı. Demirle karşılaşırsa ve kavgaya neden olacak bir kelime şöyle dursun, öfkeli bakışları çarpıştığı anda yeniden kavga etmeye başlayacaklardı. Bu, değişmeyen bir döngüydü ve ikisinin de umurunda değildi. Şimdiye kadar hiç oturup da normal iki insan gibi sorunlarının ne olduğunu anlamaya çalışmamışlardı. Tek bildikleri birbirlerinden nefret ettikleriydi.
🌊
Saat yediye gelirken Azer dükkanı kapatmış, yorgunluktan dolayı ağrıyan boynunu ovuşturarak meydana doğru ilerliyordu. Günü masa başında geçtiğinden arabasını iş yerinde bırakmış, yürümeyi tercih etmişti. Çay ocağına yaklaştığı sırada arkadaşlarının dışarıdaki masalardan birine yerleşmiş muhabbet ettiklerini gördü.
Aralarına katıldığında kısa bir selamlaşmanın ardından çay söylemek için bakışlarını mekanın iç kısmına çevirdi. İşte o zaman gördü ezelden beri düşmanı olan adamı. Demir en köşedeki masada oturmuş, başını arkaya yaslamış halde oturuyordu. Büyük ihtimalle önündeki çayı da çok önceden söylemiş, soğutmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Liman [B×B]
General FictionYıllardır tanıdığı adamın düşündüğünden çok farklı biri olduğunu en acı anında fark eden gencin kendini var olduğundan habersiz olduğu duyguların ortasında bulmasıyla başlayan bir hikaye... {02.01.2022}