28

486 35 29
                                    

Ara için üzgünüm. (╥﹏╥)

Günler geçtikçe sağlığım daha iyiye gidiyordu fakat Gavriel hâlâ yataktaydı. Çok şükür ki bilinci yerine gelmişti. En azından. Tam olarak iyileşmesi ne kadar sürerdi bilemiyordum.

Seferde çok kayıp vardı. Sadece bizim takım değil, tüm keşif birliği hüsrana uğramıştı. Gezinin verdiği hasar hem parasal hem de insansal kaynak olarak o kadar büyüktü ki keşif birliğine destek veren insanların desteklerini geri çekmesine yetti de arttı. Komutan Erwin bütün bunlar için sorumlu tutuldu ve imparatorluk merkezine çağrıldı. Eren ise yine otoritelere teslim edilmek üzere çağrı almıştı.

Gelecek, hayaller, sözler, yoldaşlar, normal hayat, güven... Artık hiçbiri kalmadı.

Ölmediğime şükretmeliydim fakat takımdaki boşluk beni tuhaf hissettiyordu. Tanıdığım o iyi insanlar artık yoktu. Olmayacaklardı. İçimdeki acı geçmiyordu. Kalbimin olduğu yer sızlıyordu sürekli. Üzüldüğünü bildiğim fakat bunu asla göstermeyen Levi'a bir bakış attım. Sakince yanımda kolundaki destekle beraber yürümeye çalışarak etrafı seyrediyordu. Komutan Erwin bizi bir toplantı için çağırmıştı ve ayağı burkulan kaptanımıza yardım ediyordum. Aslında pek yardım denilmez ama işte. Yanında olmam da bir türlü yardım sayılırdı. Baktığımı fark ettiğinde gözlerimiz buluştu.

"Ne bakıyorsun öyle?"

"Komutanın diyeceği şeyleri merak ediyorum." Hızlıca konuyu değiştirdim.

"Bu şekilde yalan söylemeye devam edeceksen cezalandırılmaya hazır olmalısın."

"Tch." diyerek başımı ters yöne çevirdim. Yine gıcık davranışlarına başlamıştı işte. Eren'in kaldığı hücreye geldiğimizde nöbet tutan askerler Levi'a karışmaya cürret etmemişlerdi. Direkt olarak Eren'i bize verdiler.

Asker selamını yaparken Eren'e buruk bir şekilde gülümsedim. Aynı şekilde o da bana gülümsedi.

Levi, "Erwin çağırıyor. Polis kuvvetleri gelmeden toplantıya yetişmeliyiz." Evet polis kuvvetleri bugün Eren'i almak için geleceklerdi. Bu olursa Eren, Levi'ın sorumluluğunda olmayacaktı artık. Bunun olması Eren'in hayati güvenliliğinin olmaması ve işi tamamen batırmamız demek oluyordu. Toplantı odasına geldiğimizde sandalyelerden birine oturdum. Masanın en başındaki sandalyenin hemen sağ tarafındaki sandalyeye oturmuştum. Benden sonra en baştaki sandalyeye Levi yerleşti. Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra bu sessizlikten sıkıldığım için çay getirmeye karar verdim. Zaten Levi bu teklifi asla reddetmezdi.

O yüzden sadece "Ben çay getireyim." dedikten sonra mutfağa gittim. Servis tabağında demlik ve fincanlarla mücadele ederken kapıya geldim. Ben bu kapıyı nasıl açacaktım şimdi? Kapanmıştı.

Ayağımla deneme yaparken kapı açıldı. Levi'dı.

İfadesiz bir suratla "Seslenebilirdin." diyerek ayağına rağmen elimden tek eliyle servis tabağını aldı. Ne muazzam bir güç ama. O, servis tabağını masaya koyarken kapıda arkasından garip garip bakıyordum. Tuhaf bir andı. Bana yardım etmişti. Üstelik yaralı haliyle. Normalde bakmazdı bile.

Eren'de benimle aynı şekilde kaptana garip garip bakarken yerime yerleştim. Uhm. Fincanlara çay koymayı unutmuştum. Yerimden hızlıca kalkıp koymaya yeltendiğimde Levi kolumu hafifçe tutarak "Sen bırak." dedi tersçe. Omuzlarımı silkip yerime oturdum. Fincanımı hemen yanındaki bana sürüklediğinde gülümseyerek "Teşekkür ederim." dedim. Bir şey demedi. Usulca masayı izleyen Eren'e çay koymamıştı.

"Piç beni bekletiyor. Bu gidişle polis kuvvetleri buraya ondan önce gelecek." dedi Levi çayını içerken. Bu kadar açık küfür ettiğini ilk defa duymuştum. Stresliydi demek ki. "Belki de bugün kabızlıktan dolayı büyük sıkıntılardadır." diyerek devam etti. Bu ithamı bana Hange-san'ı hatırlatmıştı. Sesli bir şekilde güldüm. Eren ise gülüyor gibi sesler çıkarmıştı. Bunun üzerine Levi elindeki fincanı sesli bir şekilde masaya bıraktı.

yume | aot, levi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin