Marten bir kasırga gibi yanımızda belirdi. Nasıl bu kadar hızlı geldiğini tahmin etmek olanaksızdı.
"Ben sana gelmeyeceğini söylememiş miydim?" deyip yakamdan tuttu.
"Bu kadar insanın içinde bana vurursan eğer rezil olursun. Aileni utandırma Marteen. Ben sadece burada duruyorum." Deyip psikolojik olarak onu ikna edici cümleler sarf ettim. İşe yaramıştı. Ellerini üstümden çekti. Kafasını bana doğru uzatarak sağ elinin iki parmağıyla önce kendi gözlerini işaret edip sonra o iki parmağı bana doğru çevirdi.
"Gözlerim üzerinde. Dikkatli olsan iyi edersin." Dedi ve arkasını dönüp kenara bıraktığı havasını geri alıp işine kaldığı yerden devam etmek için hareketlendi. Lars benim konuşma biçimime ve Marteen'in beni öylece bırakıp gitmesine şaşırmıştı.
"Hey, Oliver. Güzel konuştun."
"Sağ ol. Gerçekleri konuştum sadece." Deyip sustum. O sırada gözüme bir an Anderson'un görüntüsü çarptı ama sonra baktığımda bir daha göremedim.
"Lars. Benim Anderson'u bulmam lazım. Sonra görüşürüz." Dedim ve Anderson'u gördüğüm bölgeye gittim. Her tarafa bakındım ama görememiştim. Eve doğru yöneldim, ön taraftan girmek yerine daha önce gizlice girdiğim mutfak bölümüne bakınmak istemiştim. Ben bildiğim yolu tercih eden biriydim, bu özelliğimi de burada keşfetmiş oldum. Mutfağın önüne gelince pencereden Anderson'u gördüm.
"Hişt! Anderson..." diye seslendim. Beni duymuştu hemen yanıma geldi.
"Ne işin var burada. Senin ön tarafta olman gerekiyor."
"Seni bekledim ama gelmedin. Ben de seni ararken burada buldum."
"Ne oldu Oliver? Ne istiyorsun?"
"Dikiş makinesi... Konuşmuştuk ya... Ona bakacaktık bugün."
"Sen hâlâ o konuda mısın gerçekten? Tamam peki tamam. Bey konuşmasını bitirip partiyi başlattıktan sonra bakarız." Deyip beni ön tarafa gönderdi. Tekrar Lars'ın yanına geçtim. Planımı hazırladım. Evin Beyi konuşurken gizlice yukarı çıkıp odaya girecektim. Evin Beyi konuşurken muhtemelen herkes onu dinlemek için orada olacaktı ve evin içinde kimse olmayacaktı. Kimse olmayınca engel olan birileri de olmayacaktı. Rahatça odayı kontrol edebilecektim. Zaman geçtikçe gerildim. Evin Beyi bir türlü konuşma yapmaya gelmiyordu. Onu beklerken benlik karmaşasına tutuldum. Ben buraya mı aittim acaba? Yoksa diğer tarafa mı? Bunun cevabını vermekte zorlanmaya başlamıştım. Bu dava bir an önce son bulmalıydı. Bu şekilde daha fazla devam edemeyecektim. Günlerdir buradaydım ve acaba orada kaç gün geçmişti ya da belki varlığım bile yoktur. Annemler çok telaşlanmıştır. Televizyon kanallarının ihbar hatlarına ismimi ve resmimi göndermişler midir acaba? Bekledikçe daha fazla detay düşünüyordum. Sonunda evin Beyi ufukta göründü. O gelince ortalık bir an sakinleşti. Müzik yapan bir ekip vardı onlarda birden sesi kestiler. Gitmek için evin diğer sakinlerini de görmem gerekiyordu. Örgü ören kadınları gördüm, evin Beyi zaten oradaydı ve yanında süslü püslü orta yaşlarda alımlı bir kadın vardı. O da evin Hanımı olmalıydı. Ya da Jade Hanım dedikleri kişi olmalıydı. Bir kişi hariç herkes olması gereken yerdeydi. Anderson'u hâlâ görememiştim. Birkaç dakika göz gezdirdikten sonra ön kapıdan elinde bir bardak suyla belirdi. Benim için vakit gelmişti. Kimseye fark ettirmeden mutfak kapısına kadar ulaştım. Sessizce içeri girip doğruca üst kata yöneldim. Merdivenlerden çıkarken dördüncü basamağa basmadan direkt beşinci basamağa atladım. O basamağın ses çıkardığını unutamazdım. Odanın önüne kadar sorunsuz bir şekilde gelmiştim. Ses çıkaran kapı kolunu en aza ses çıkaracak şekilde açıp içeri girdim. Karanlık olduğu için çok net göremiyordum. Ama daha önceden odayı gördüğüm için neyin nerede olduğunun planı kafamda oturmuştu. Günlerce buranın hayalini kurduğum için defalarca senaryosunu yazıp çizmiştim. Maun sandığın üstündeki örtüyü kaldırıp yavaşça sandığın kapağını kaldırdım. İçi kömür kadar karanlıktı, elimle dokunarak hissetmeye çalıştım. Makine oradaydı. Demir tekerleğinden tanıdım. Yavaşça sandıktan çıkarıp sandığın kapağını kapattım. Ellerimle makineyi kavrayıp sandığın üstüne sabitledim. Kalbim durmak üzereydi. Bütün adımları eksiksiz tamamlamam gerekiyordu. Önce ceketimin iç cebinden saati çıkardım. Makinenin çekmecesini açıp sakince yerleştirdikten sonra çekmeceyi kapattım. "Tınk" sesi açığa çıkmıştı. Çekmecenin kapalı olduğuna artık emindim. Tekerleğe elimi götürecekken birden kapı açıldı. Gelen Marteen'di.
"Jade'nin peşine geldin değil mi?" deyip elleriyle yakamdan tuttu. Konuşmaya devam ediyordu.
"Aşağıda onun olmadığını görünce fırsattan yararlanıp yukarı çıktın değil mi?" dedi. Aşağıda gördüğüm kişi Jade Hanım değilmiş. Benim ortadan kaybolduğumu fark edince de Marteen peşimden gelmiş. Yavaş davranıp yakalandığım için dişlerimi sıkıp gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldıktan sonra Marteen'e doğru konuştum.
"Bak ben bu zamana ait değilim. Bırak beni, şu an sen gelmemiş olsaydın zaten gitmiştim. İzin ver bana Marteen." Deyip kafamı dikiş makinesine çevirdim.
"Hırsız!" diye yüksek sesle bağırdı ama o sırada aşağıda evin Beyi konuşmasını bitirdiği için yüksek bir alkış sesi çıkıyordu. Dişlerimi sıkıp kelime kelime "Ben hırsız değilim." Diye karşılık verdim. Karşılık verince beni sarsmaya başladı. Dengemizi kaybetmiştik. Düşmemek için elimi sandığa doğru atmaya çalıştım ama karanlıktan dolayı elimi nereye attığımı fark etmemiştim. Tekerleğe denk gelmişti. O sıra bir kadının sesi açık olan kapıdan duyuldu.
"Ne yapıyorsunuz siz burada?"
Dönüp ona doğru baktığımızda makine çalışmaya başladı. Tekerlek yine akıl almaz bir hızda dönüyordu. İğnenin ucuna doğru çekilmeye başladım ama Marteen de benimle birlikte çekiliyordu. Marteen "Yardım et Jade!" Diye bağırırken Jade'nin yüzünü net bir şekilde gördüm. Aklımı kaçırmış olmalıydım. Oydu. Ben doğum günü için ona gitmeye çalışıyorken, o bana gelmişti. Yüzünün her bir noktası aynıydı. Tıpatıp aynısıydı. Kilerde yaşadığım yolculuğun aynısı başlamıştı. Solucan deliğine doğru çekildik Marteen de benimle birlikteydi. Her taraf renkten renge bürünüyordu. Tünelin içinde boğuşarak ilerlerken gördüğüm surat hâlâ aklımdaydı. Eğer gerçekten o kişiyse orada kalabilirdim. Ömrümün sonuna kadar o tarihte ve o ülkede kalabilirdim. Bütün bunlar kafamın içinden geçerken vücudum yine jöle kıvamına gelmişti. Benimle beraber Marteen de aynı kıvamdaydı. Birbirimizin içine karışıyorduk. Yine film şeridi gibi, insanlar ve canlılar çevremizden akarken yolculuk aynı şekilde son buldu. Solucan deliği yine zemine tükürdü, acemice bir inişle düştüm. Yine vücut dengelerim darmadağındı. İleri derecede baş ağrısı hafifledikten sonra gözlerimi zifiri karanlığa açtım. Sonundakilerdeydim, fakat bu yolculuk bana ne yapıyorsa bu yaptığı şey yine enerjimi sıfıra indirmişti. Bayılıp olduğum yerde kalmışım. Gözlerimi tekrar açtığımda hayal kırıklığıyla karşılaştım. Gün ağarmak üzereydi, gökyüzünü görebiliyordum. Kilerde olmadığımı anlamam uzun sürmedi. Güneşin doğmasına az kalmıştı. Etraf yavaşça aydınlanırken, sanırım yine başka bir diyardaydım. Bu bir zamanda yolculuksa eğer hangi zaman dimine düştüğümü merak ettim. Baş ağrısı hâlâ devam ederken bu yolculuğu yalnız yapmadığımı hatırlayıp ayağa fırlamak için hareketlendim. Ama bedenim genç değildi, yaşlı biriydim. Aniden kalkınca gözlerim bir anlığına karardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Bir Plan
Fantasyİlk 10 bölüme kadar pes etmediğiniz takdirde inanılmaz bir maceranın pençesinde olacaksınız...