Yolculuk planımda bazı şeyleri doğru taahhüt etmiştim. Bu sefer yere düzgün bir şekilde düşmek için hazırlığımı yaptım. Tünel bizi dışarı savurduğunda güzel bir iniş yapmıştım ki yukarıdan gelen bir darbeyle yere yığıldım. Ayağıma bağladığım dikiş makinesi düşüşünü üstüme doğru gerçekleştirmişti. Giderek bu yolculuğa daha da uyum sağlıyordum. Öngörüm makineden beni ayırmamıştı. Tek bir kötü sonucu vardı, sırtım inanılmaz ağrıyordu. Çevremi kontrol ettiğimde ağlamak istedim. Çıldıracaktım. Kilerde değildim ve yine karanlık bir gökyüzüyle ormanın içindeydim. Son gücümle dikiş makinesini tekmelemeye başladım. Vurdukça "pat" diye ses çıkarıyordu. Yorulunca vurmayı durdurdum ama sesler gelmeye devam ediyordu. Bir silahtan öfkeyle çıkan kurşun sesleri gibiydi. Tahminimce seslerin geldiği yerle aramda biraz mesafe vardı. Gün ağarana kadar nereye düştüğümü anlamam mümkün değildi. Sesler gelmeye devam ederken gözüm karanlığa alıştı. Çevrem biraz daha netleşmişti. Beş metre uzağımda yatan Marteen'i gördüm. Marteen'i görünce aklıma saat geldi. Sağa sola bakındım fakat gözüme saate benzer bir şey çarpmadı. Marteen'in yanına doğru yürümeye başladım. Makinenin ayağıma bağlı olduğunu unutmuştum. Attığım adım gelmiyordu. Eğilip ayağımdaki düğümü çözdüm. Marteen'e baktığımda hâlâ kendine gelmek için çabalıyordu. Ne kadar kötü bir insan olursa olsun yine de gönlüm ona yardım et dedi.
"Marteen! İyi misin?" dedim elimle suratını yoklayarak. Gözlerini açamıyordu ama konuşabiliyordu.
"Oliver... Sen misin?" hâlâ beni Oliver sanıyordu.
"Evet benim. Sana yardım edeyim." Deyip elimle kafasını yukarı kaldırdım. Yerinden doğruldu. Başını ellerinin arasına alıp "Of!" dedi. Yolculuğun ceremesini çekiyordu.
"Başın ağrıyor biliyorum. Ama geçecek, şimdi ayağa kalkmalısın." Deyip ayağa kalkması için de yardım ettim. Ayağa kalktıktan sonra çevresine baktı, boş boş bakıyordu. Nerede olduğunu algılayamadığını anlamıştım.
"Geldik mi?" dedi. Konuşma tarzında ya da ses tonunda bir farklılık vardı. O değilmiş gibiydi ama yüz hatları o olduğunu işaret ediyordu. Bir eli hâlâ başını ovuşturur hâldeydi. Gelip gelmediğimizi ben de bilmiyordum. "Umarım gelmişizdir." Diye mırıldandım ve konuşmaya devam ettim.
"Bunu güneş doğduğunda anlayacağız." Deyip sustum. Ayın ışığı yüzüne vurunca Marteen tazecik bir genç olmuştu. Üzerinde üniformaya benzer bir kıyafet, başındaysa kasket vardı. Ayağında yamalı bir ayakkabıyla perişan bir hâldeydi açıkçası. Ben de hemen ellerimi kontrol ettim, kırışıktı ama bir öncekinden daha azdı. Yüzümü yokladım, bir bıyığım vardı. Benim de üzerimde bir üniforma vardı ama onunkine göre çok daha bakımlıydı. Ayaklarımda da sağlam duran bir bota sahiptim. Hollanda'ya gelmediğimiz çok belliydi, bu durumu Marteen'e belli etmedim. Ne kadar geç öğrenirse o kadar iyi olacaktı.
"Bu sesler ne?" diye sordu Marteen. Eğer gelen silah sesleriyse bunu anlatmak için barutlu silahların icadından başlamam gerekecekti. Bu da epey bir zaman alacaktı.
"Bilmiyorum Marteen. Bildiğim bir şey varsa o da şu an senin yaşının en fazla on dört olduğudur." Dedim. Şaşırmıştı suratını görebilmek için yanıp tutuşuyordu. Ona olanları anlatmaya karar verdim. Eğer neler olduğunu bilirse buradan daha hızlı bir şekilde kurtulabilirdik ve zorluk çıkarmazdı.
"Bak Marteen, öncelikle şunu bil. Benimle arkadaş olmak zorunda değilsin ama kendi zamanlarımıza gidebilmek için birlikte hareket etmeliyiz. Başının ağrısını dert etme çünkü kısa bir süre sonra geçecek." Deyip sustum. Küçücük bir bedene girdiği için memnun görünmüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Bir Plan
Fantasyİlk 10 bölüme kadar pes etmediğiniz takdirde inanılmaz bir maceranın pençesinde olacaksınız...