neuf

269 21 56
                                    

-⤝♆*♆*♆⤞-

İngiliz topraklarının en güneyinde güneş yüzünü göstereli henüz birkaç saat oluyordu. Sonbaharın habercisi olan yağmur bulutları bugün oradan geçmeyecekti. Yazdan kalma, sıcak bir gün doğayı kucaklıyordu. Tatlı bir rüzgâr esiyor, kuşlar cıvıldıyordu. Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen doğa uyanmıştı. Küçük sincaplar yeşilliklerin arasında hızlıca dolaşıyor, korkutucu insanlar karşılarına çıkmadan işlerini bitirmeye çalışıyorlardı. Güneşten rahatsız olan fareler ve yarasalar çoktan deliklerine çekilmiştiler, kuşlarsa pek de uzakta olmayan denize doğru uçmaya başlamışlardı. Göçmen kuşların çoğu sıcak topraklara göç etmişti, kalanlarsa daha fazla gecikmeden ayrılıyorlardı.

1832 yılının kışı böyle gelecekti. Sıcaklar ağustosun sonunda terk ederdi bu ülkeyi, ancak bu defa eylül ayının ortalarına kadar iyi kötü güneş yüzünü göstermişti. Çetin geçecek kışın habercisiydi bu.

Doğa kendini kışa hazırlarken gelgelelim Prens Harold Edward'ın başında olduğu asker kampında ölüm sessizliği hakimdi. Harold iki gündür çadırından çıkmıyordu. Esirinin başından ayrılmıyor, defalarca Algar'ı çağırtıyordu. Kız ara sıra sancılanıp ara sıra durulsa da Algar atlatıp atlatamayacağını kestiremiyordu. Oysa Harold emindi. Odette yaşayacaktı.

Nitekim haklı da çıkmıştı, zira Odette az evvel günler sonra gözlerini aralamıştı.

Gözlerini kırpıştırdı. Tanıdık kumaş ona nerede olduğunu bir kez daha hatırlattı. Oh, burayı epey iyi biliyordu. Burası Harold'ın çadırıydı.

Derin bir soluk çekti, yaşıyordu. Yaşamıyorsa da cehennemde olmalıydı, Harold'ın çadırının cennette bir işi olamazdı çünkü.

Boğazının kuruduğunu ve midesinin kasıldığını hissedebiliyordu. Aç olmalıydı. Ancak yemek yiyesi yoktu. Garip bir sıcaklık, bir yanma hissediyordu vücudunda. Başı, kulakları zonkluyor, fazla ışığa da bakamıyordu. Yatmaktan olsa gerek tüm vücudu ağrıyordu. Eklemleri, kemikleri ve hatta etinin kendisi bile çiğnenmiş gibi ağrıyordu.

Birkaç dakikanın ardından başını oynatmayı başardı. Alışkın olduğu gibi sağ tarafına baktı. Ah, işte buradaydı Harold... onu yalnız bırakmamıştı.

Odette hayal meyal bir şeyler anımsıyordu. Hepsinde de Harold yanında ya da yakınlarındaydı. Hep burada mıydı acaba? diye düşündü. Bu düşünce nedensizce ürpermesine neden oldu. Garip bir sıcaklık bedenini kaplıyordu. Bu hisse yabancıydı ama... nedense gülümsemesine neden oluyordu.

Günler sonra elini kıpırdattı. Biraz güçlükle de olsa ona dönüp sol omzunun üstünde yatan adamın yüzüne yaklaştırdı. Dokunsa uyanırdı, bunu biliyordu. Bu yüzden bir süre izledi. Uyurken bile kaşları çatıktı, biliyor musunuz? Odette şimdi eliyle düzeltecekti o kaşları... İki kaşının arasında bu yüzden bir çizgi oluşuyordu. Odette bu çizgiyi hiç sevmiyordu.

Yorgun görünüyordu. Gözlerinin altından anlamıştı bunu. Harold'ın sağlıklı görüntüsünün aksine daha yorgun bir ifadesi vardı. Uyurken dişlerini sıktığı kasılan çenesinden belliydi. Odette dayanamayıp elini adamın sıkı sıkı kastığı çenesine götürdü.

Parmakları hafifçe sert, kemikli çenesine değdi. İtiraf etmeliydi ki çenesini seviyordu. Diğer insanlarınkinin aksine epeyce özenli yaratılmış gibiydi, kusursuzdu...

Bir süre sakince çenesini sevdi Odette. Adamın suratının parmaklarının arasında gevşeyişini duyumsamak müthişti. Bunu sevmişti.

Ne garip, Harold uyanmamıştı. Oysa Odette uyanacağını düşünüyordu. Yorulmuş olmalı... diye düşündü. Ne zamandır burada yattığını bilmiyordu. Uyurken birçok şey kaçırmış olmalıydı.

mon chéri | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin