Olduğum yerde öylece kalıyorum. Merak içinde kıvranıyorum. Bu kutu da neyin nesi boyle!? O yabancı da kim? Bir soruya cevap ararken yeni bir soru daha ekleniyor. Kafamı allak bullak eden bu soruların cevabını bulmak zorundayım. O an bunu yapmak için kendimde yeteri kadar güç bulamıyorum. Kendimi yorgun hissediyorum. Pazardan hemen uzaklaşmak ve sakinleşmek zorundayim. Ortak pazarın başlangıç noktasına doğru ilerlemeye başlıyorum. Kalabalıgı umursamadan; kime çarptığımı bilmeden hızlı bir şekilde yürüyorum. Aklım hala o yabancı da ve bana verdiği meşe ağacının motiflerini içeren küçük ahşap kutuda. Ne kadar hızlı yürüdüğümü fark ediyorum o an. Kavaklı yola yaklaşmışım. Eve gitmek istemiyor canım zira annemin beni bu halde görmesi endiselenmesine ve art arda ne olduğuna dair sorular sormasına sebep olur. Kavaklı yola girmeden sağ taraftaki daracık yoldan ilerlemeye başlıyorum. Nereye gittiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Ayaklarımı yönlendiremiyorum. Bugun icin özgürler. Yürüyorum yürüyorum... Durmadan usanmadan bıkmadan yürümeye devam ediyorum. En sonunda duruyorum ve çevreme bakıyorum. Ayaklarımın beni getirdiği yer Oakwood. O an için şükrediyorum bu duruma. Bana huzur veren sakinleşmemi ve kafamı toparlamamı sağlayan yegane yer burası. Ulu meşe ağacını görüyorum. Bir kaç adım ötemde duruyor. Dalları yaprakları ve ihtişamlı gövdesiyle neden bilgeliğin en önemli simgesi olduğunu anlıyorum. Ulu meşe ağacının dibine oturup öylece bakıyorum etrafa. Bugün yaşadıklarımı dusunmemeye çalışıyorum. Sadece ormanın insana dinginlik veren kokusunu içime çekmek istiyor; o an için kafamdaki sorular uçup gitsin istiyorum. Ne kadar süredir ulu meşe ağacının dibinde oturuyorum bilmiyorum. Havanın karardığını görüp panikliyorum. Çoktan eve gitmiş olmalıydım. Annemin meraktan çıldırdığını; kahverengi kızılımsı saçlarini istem dışı parmaklarına dolayıp camdan dışarı baktığını gözümde canladırabiliyorum. Hemen toparlanıyorum ve eve gitmek icin yola koyuluyorum. Kavaklı yol cok sessiz. Kavak yapraklarının rüzgar ile dansı bu günlük sona ermişe benziyor. Hi
Hızlanıyorum ve sonunda eve varıyorum. Annemi camda görmem paniklememi haksız çıkarmıyor. Hemen içeri giriyorum. Annem endişeli bir şekilde yanıma geliyor.
" Pridd bu saat oldu nerde kaldın? Normalde hiç bu kadar geç kalmazdın. Bir açıklama bekliyorum senden.
Ne diyeceğimi bilemiyorum o an için. Anlatmak gelmiyor içimden o yuzden bir kac lafla geçiştirmeye çalışıyorum annemi.
" Merak etme anne bir şey yok sadece hava almak istedim hepsi bu. Özür dilerim bir daha geç kalmam. İzin verirsen odama gitmek istiyorum."
Üst kata çıkan merdivenlere doğru yöneldiğimde olanlar oluyor. Yabancının bana verdiği ahşap kutu pantolonumun cebinden düşüyor ve taş zemine çarpıyor. Ahsap kutuyu almak icin eğildiğimde annem benden daha hızlı davranıyor. Kutuyu eline aldığında yüz ifadesi birden değişiyor. Gözlerinde korku endişe ve öfkenin ifadelerini görebiliyorum.
"Pridd bunu nerden buldun he nerden?" Annem bağırmaya başlıyor. Korkuyorum ne diyeceğimi bilemiyorum. Annemi ilk defa bu şekilde görüyorum. Çenem kilitleniyor sanki. Bir şey soyleyemiyorum. Öylece dikiliyorum karşısında.
"Senden bir cevap bekliyorum Pridd! Neler olduğunu bana söylemek zorundasın!" Annemin neden bu kadar kızdığını ve korktugunu anlamak güç. Anlatmaya başlıyorum başımdan geçenleri. Ortak pazarda karşılaştığım yabancıyı, bana verdiği bu kutuyu. Yabancının birden ortadan kaybolusunu.. Ulu meşe ağacının altında saatlerce oturduğumu... Annem korku dolu gözlerle beni dinliyor. Artık dayanamıyorum. Neden böyle bir tepki verdiğini ve neler olduğunu öğrenmek istiyorum.
" Anne bunlar ne anlama geliyor? Bildiğin bir şeyler var."
Ne söyleyeceğini kestiremiyor sanki annem. Gözleri yaşla doluyor. Ela gözlerindeki yaşlar çoğalıyor. Elinin tersiyle göz yaşlarını siliyor ve anlatmaya başlıyor.
" Bak Pridd. Sana hamile kaldığımda çok ama çok mutluydum. Baban ve ben onca denemelerimize rağmen çocuk sahibi olamıyorduk ama sonunda sen oldun. Sen bizim için dünyanın en değerli varlığıydın. Sancılarımın başladığı gece gökyüzü yıldızlarla doluydu. Bu Gochlar için iyiye işaret değil. Sen doğduktan hemen sonra büyük parlak bir yıldız gökyüzünden kaydı. İşte o zaman anladım gökyüzündeki tersligi. Bu alametlerden biriydi. Ddraig Goch adı verilen çok eski bir efsane var. Bu efsaneye göre doğacak kız çocuğu Goch şehrine şan ve şöhret kazandıracak. Kazandırmakla kalmayip Goch şehrini diğer site devletlerinden daha güçlü yapacak. Babanla ben bunu öğrendiğimizde seni korumak zorundaydık. Baban bu yüzden öldü; seni korumak için. Temsilciler seni almaya geliyorlardı ve baban onlara engel olmaya çalıştı; başarılı da oldu ama artık bunun geri dönüşü yok. Beni de öldürmeye geliyorlardı fakat bir antlaşma öne sürüldü ve ben de kabul ettim. Antlaşmaya göre 18 yasina girdiğinde Kan olimpiyatlarına katılmak zorundasin. Sen bir Ddraig Goch'sun. Kan olimpiyatlarındaki erkek kuralı seninle birlikte bozulacak ve sen olimpiyatları kazanıcaksin. Kaderinde bu yazılı."
Kulaklarıma inanamıyordum. Ne yani ben eski bir efsanenin vücut bulmuş hali miydim? Babam benim için canini feda mı etmişti? Şu yaşıma kadar bana anlatılanların hepsi yalan mıydı? Anneme kin dolu bir bakış atıyorum ve kosarak uzaklaşıyorum. Göz yaşlarımı tutamıyorum artık. Açık mavi gözlerimden akan yaslar topraga düşüyor yağmur damlalari gibi. Koşmaya devam ediyorum. Gecenin karanlığında gözden kayboluyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN OLİMPİYATLARI
FantasíaAşk, cesaret ve kan. 8 şehir 8 rakip. Balder ve Pridd 8 site devletlerinden en ünlüleri olan Hjälte ve Goch şehirlerinden iki katılımcı. Bu seneki kan olimpiyatlarinda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Unutulmaya yüz tutmuş bir efsanenin sır per...